Makaleler

mindfulness eğitim

“Ben Değerliyim, Sen Değerlisin”

“BEN DEĞERLİYİM, SEN DEĞERLİSİN”

Yaşamın en önemli olaylarından birini doğum oluşturur. Peki bir insan kaç kere doğar? Cevap bunun çok net bir cevabı olduğu olabilir. Ancak yapılan çalışmalar, insanların 5 yaşına kadar 4 kez doğduklarını ifade etmiştir. Ana rahmine düşmekle başlayan hücresel doğumu, bebeğin nefes almaya başladığı biyolojik doğum, bebeğe bakan kişi ile temasın oluştuğu psikolojik doğum ve çocuğun okula başlamasıyla başlayan süreçte sosyal doğum izler. Ana rahminde geçen 9 ayın insanların yaşayabileceği en mükemmel çevrede bulundukları zaman dilimi olduğu ifade edilir. Çocuk doğduktan sonra ise bu ortamdan uzaklaşır ve kendisini gerçek yaşama yabancı hissettiği kısa bir döneme girer. Anne ile ya da kendisine bakan kişiyle temasına kadar bu yabancılaşma devam eder ancak; anne ile kurduğu temastan sonra psikolojik doğum gerçekleşmiş olur. Kurduğu bu temas bebeğe rahatlatma hissi vererek dışarıda yabancılık duygusu yaşadığı hayatın çok da kötü olmadığı hissini fark ettirir. Çocuk için hayatta kalmasının en önemli nedenlerinden biri olan temasın varlığı veya yokluğu onun varlığına dair değerli ya da değersiz hissetmesine neden olur.

Bebeğin psikolojik doğumundan itibaren başlayan bu süreç bireylerin yaşamlarındaki yerlerini belirlemelerine neden olur. İnsanların yaşamda olabilecekleri dört tane pozisyon tanımlanmıştır:

  • Ben Değerli Değilim, Sen Değerlisin.
  • Ben Değerli Değilim, Sen Değerli Değilsin.
  • Ben Değerliyim, Sen Değerli Değilsin.
  • Ben Değerliyim, Sen Değerlisin.

Bütün bebeklerin dünyaya “Ben Değerliyim, Sen Değerlisin” pozisyonu ile dünyaya geldikleri ifade edilir. Ancak, insanın yaşamda mücadele ettiği şeyin, fiziksel doğumundan sonra psikolojik doğumuyla beraber kendisine bakan ile kendisi arasındaki fiziksel olarak küçük ve bakım ihtiyacının olmasının, aşağılık değersizlik duygusuna yol açtığı belirtilir. Bu duygu da insanı karşısındaki kişinin değerli olduğu ancak kendisinin değerli olmadığı yönündeki Ben Değerli Değilim, Sen Değerlisin(+,-) pozisyonuna getirir. Bu konumun doğumdan sonra normal ve mantıklı bir sonuç olduğu söylenmektedir. Çünkü çocuk, henüz kendisi kontrolünü sağlayabilir, kendi çizgisini çizebilir yeterliliğe ulaşmamıştır. Bu nedenle başkalarından ona gelen tepkiler onun için yönlendirici olur. Bu kişiler kendisine göre diğerinin daha iyi olduğunu düşünürler.

Bebekler, temas ile yaşamlarını devam ettirirken kendileri için yeni bir deneyim ile karşılaşırlar: artık yürüyebilme becerisine sahiptirler. Bir şeylere ulaşmak için artık kendisi hareket edebilirler. Bu esnada tam olarak gelişmeyen becerisi ile gösterdiği davranışlarda hata yapıp kendine zarar vermeler başladığında cezaların sıklığı da artabilir. Bebekliğin ilk zamanlarında var olan rahatlığın ve temasın azalması uzun bir süre telafi edilmediğinde bebek, Ben Değerli Değilim, Sen Değerli Değilsin(-,-) pozisyonuna gelir. Bu kişiler hem kendisinin hem de diğerinin bir şeyleri değiştirmek için güçleri olmadığına inanırlar.

Doğumun normal pozisyonu olarak değerlendirilen bebeğin kendini zayıf hissetmesinden sonra eğer bebek kendisine bakan kişi/kişiler tarafından kötü muamele görüyorsa, kendisini onarmak için kendi kendine temas içinde bulunabilir. Bu şekilde Ben Değerliyim, Sen Değersizsin(+,-) pozisyonuna geçer. Bu kişiler kendilerini güçlü görerek diğerinin zayıf olduğuna inanırlar.

Son yaşam pozisyonu ise Ben Değerliyim, Sen Değerlisin(+,+) şeklinde tanımlanan diğer pozisyonlardan farklı olarak ulaşılması istenen bir pozisyondur. Diğer pozisyonlarda bireyler bunları bilinçli olmadan kazanır ve yerleştirir. Ancak Ben Değerliyim, Sen Değerlisin pozisyonunda bilinçlilik ve sözel ifade yer alır. Anlatılan ilk üç pozisyonda duygular ön planda iken, sonuncusunda düşünce ve eylem devreye girer. Bu pozisyonda bireyler, sorunları çözmede daha yeterli olurlar; çünkü hem kendi hem de diğerlerinin değerinin farkındadır. Bu nedenle yaşamdaki zorluklar karşısında Ben Değerliyim, Sen Değerlisin(+,+) pozisyonunda kalabilmek önemlidir.

Bireylerin “Ben değerliyim, sen değerlisin” diyebilmeleri için onların yaşamlarındaki en önemli ihtiyaçlarından biri olan kabul edilme ihtiyacının karşılanmasıdır. Bir bireyin kabul ihtiyacını karşılayan ve kabul edildiğini gösteren her eylem “kabul iletisi” olarak tanımlanır. Kabul iletileri, koşullu olumlu/olumsuz ve koşulsuz olumlu/olumsuz olarak sınıflandırılır.

KABUL İLETİLERİ

KOŞULLU   KOŞULSUZ

 Olumlu (+)   Olumsuz ( – )

Kabul iletilerinin yapısına bakıldığında günlük yaşamda sıklıkla kullandığımız cümleler oldukları görülmektedir. Önemli olan geribildirimde bulunurken karşıdaki kişinin varlığına yönelik olumsuz ifadeler kullanılan koşulsuz olumsuz kabul iletilerini kullanmamaktır. Çünkü bu durum bireyi, kendi yaşam pozisyonu içinde değersiz konuma getirebilir.

Kabul iletileri insanların yaşamında bir ihtiyaçtır. Yaşamdaki varlığı sürdürebilmek için insan kabul iletilerini ister, gelen kabul iletilerini reddedebilir, kabul iletilerini hem başkalarına hem de kendisine verebilir. İçten ve samimi olan her kabul iletisinin iyileştirici bir yönü vardır.

Sıla Getir Aydoğan

Uzman Psikolojik Danışman

Bu yazı yorumlara kapanmıştır.