Makaleler

Yaşam Koçluğu Sertifikası Eğitimi

Motivasyon ve İhtiyaçlarımız

Motivasyon ve İhtiyaçlarımız

Motivasyon kişiyi sabah yataktan kaldıran güçtür. Var olan doğal enerjimizi akıllıca bir şekilde düzenlediğinizde daha az çaba göstererek daha verimli bir şekilde günü değerlendirebilirsiniz. Kendinizi ne kadar motive olmuş hissederseniz o kadar fazla sizi geri tutan şeylere karşı direnebilirsiniz. Dolayısıyla motivasyonunuz yükseldiğinde otomatik olarak özgüveniniz de artmış olur.
İnsan potansiyelini ve içsel motivasyonunu en iyi şekilde açıklayan kuramcılardan olan Abraham Maslow kişinin başka ihtiyaçları karşılanmadan önce öncelikle fiziksel ihtiyaçlarını yani hava, su, gıda, uyku… vb . karşılamak gerektiğini öne sürmüştür. Bu ihtiyaçlar karşılandığında ikinci düzeyde olan, kişinin güvenlik ihtiyacının karşılanması gerektiğini söylemiştir. Güvenlik sadece güvenli bir ortamda yaşamak değil, kendimizi güvende hissetmekle de ilişkilidir. Özellikle aşırı kaygılı kişiler kendilerini kaygıdan arınmış yani güvende hissedene kadar başka bir şey düşünemezler.
İnsanların üçüncü düzeydeki ihtiyacı ise aidiyet ve sevgidir. Bu ihtiyaçlara sosyal ihtiyaçlar da diyebiliriz. Aidiyet, sevgi, kabul görme, sosyal yaşam vb. konular bu basamakta yer alır. Bu düzeydeki ihtiyaçlarımız karşılanmadığında kendimizi yalnız ve dışlanmış hissederiz. Aidiyet duygusu özellikle bir gruba ait hissetmek veya bir yere ait hissetmekle ilişkilidir. Fiziksel temastan başka olarak kabul görme ve duygusal temas esas olarak bir ait hissetme ihtiyacıdır. Duygusal temas en basit düzeyde bir ortama girdiğimizde ve selam verdiğimizde diğer insanların da bize selam vermesi şeklinde olabilir. Daha üst düzeyde ise seni takdir ediyorum, seninle gurur duyuyorum, seni seviyorum şeklinde gerçekleşebilir. Bağımsızlığı ya da yalnızlığı ne kadar savunursak savunalım insanoğlu doğası gereği sosyaldir ve sosyallik bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla ilişkilerimizde bu ihtiyacı karşılamaya yönelik ne tür tutum ve davranışlarda bulunduğumuza yönelik bir sorgulamaya gitmek ilişkilerimizi iyileştirmek adına yararlı olabilir.
Dördüncü düzeye gelindiğindeki ihtiyaç ise değer verilme ve saygınlık ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç, statü, başarı, itibar, tanınma… vb. ile ilişkilidir. Kişinin kendini yeterli hissetmesi, başkaları tarafından tanınmak istemesidir. Bir gruba ait olmak artık yeterli değildir. Kişi o grupta bir miktar güç ve statüye de sahip olmak ister. Daha büyük bir araba sürmek, öğretmen-anne-baba grubuna başkanlık etmek, yapılan işte kariyer basamaklarında yükselmek gibi istekler ortaya çıkar.
Son olarak bütün bu basamakların tırmanılmasının ardından, kişi nihayet en üst basamağa ulaşır. Bu basamak kendini gerçekleştirme basamağıdır. Her bireyin kendine ait özellikleri, davranış kalıpları ve tutumları vardır. Birey bu özelliklerini geliştirmek ve diğerlerine göstermek ister. Bu ihtiyacın karşılanabilmesi için, diğer alt basamaklardaki ihtiyaçların yeterince karşılanmış olması bir gerekliliktir. Ancak, bir önceki ihtiyacın %100 giderilmiş olmasına gerek yoktur, yeterli miktarda giderilmiş olması yeterlidir. Bu aşamada kişi yaşam boyu sürdürdüğü macerada ona bir şeyler sunmuş olan dünyaya bir şeyleri geri verme fırsatı bulur. Kişisel tatmin ve başarısını elde etmiştir. Potansiyelinin farkına varmış ve bunu en üst düzeyde kullanmıştır.
Peki hayattaki motivasyonumuzu yükseltmeye çalışırken Maslow’ dan nasıl yararlanılabilinir ? Dönüp baktığınızda hangi basamakta kendinizi yetersiz hissediyorsanız o basamakta yapılacak iyileştirmelere odaklanın. Eksikliğini hissettiğiniz ihtiyaç, motivasyonunuzun önündeki yegane engeldir. Eğer ki bunu saptamakta zorlanıyorsanız bir uzmandan yardım alabilir ve onun rehberliğinde kendinize yeni bir rota belirleyebilirsiniz.

mindfulness eğitim

İçimizdeki Olumsuz Sesi Susturmak

İçimizdeki Olumsuz Sesi Susturmak

Çoğu zaman içinizden bir sesin motivasyonunuzu kırdığını hissetmişsinizdir.  Bunu yapmam imkansız, hiçbir zaman öyle olmaz türü ifadeler kendimizi korkutmak için yazılmış senaryolardır.  Bu durumla baş etmek için öncelikle genellemelerden uzak durmak gereklidir. Her zaman, asla, herkes, hiçbir şey gibi ifadeler yerine bazen, muhtemelen, neredeyse gibi kelimeler üzerinizdeki korkuyu ve baskıyı kaldırarak sizi özgürleştirebilir.

Başarılı insanlar kendini suçlamayı bir kenara bırakıp olanların sorumluluğunu alan ve harekete geçen kişilerdir. Kişiler önce kendinde sonra etrafındaki kişilerde suç aramaya başlarlar. Bunun sonucunda değişim için de bir başkasının harekete geçmesini beklerler.  Oysa fark yaratmak isteyen kişi başkalarının onu baltalamasını beklemeden kendi işlerini yoluna koyan kişidir. Dikkatini yolunda gitmeyen şeyler yerine, onların yerinde olmasını istediği şeylere yöneltmek kişiyi ileriye taşır.

Tabi ki hayatın kendisi bize zor zamanlar sunacaktır. Bu zor zamanlar her ne kadar bize acı çektirse de aynı zamanda bakış açımızı geliştirerek bize bir esneklik sağlar ve bir sonraki karşılaştığımız zorluklar için daha sert durmamızın önünü açar . Yaşadığınız zor zamanları, nelerin üstesinden geldiğinizi, bu zor zamanlardan ne gibi yararlar sağladığınızı ve bu faydaları gelecekte nasıl kullanabileceğinizi düşünün, dilerseniz bunları bir kağıda yazın. Örneğin:

Çocukken ailem beni hep eleştirirdi. —- Zor bir zaman

Başarısızlık, değersiz hissetme —– Üstesinden gelinen zorluklar

İnsanları sürekli eleştirmenin yararlı olmadığını öğrendim, değerliyim.—- Faydalar

Olumlu anne baba tutumuna sahip bir anne baba olabilirim. —– Gelecekte nasıl kullanabilirim.

 

Geçmişte yaşadığımız zorluklar bize bazı olumsuz varsayımları benimsetebilir. Bu da bir işe başlarken   kendimizden emin olmamızı engelleyebilir. Örneğin;  “Kilo vermeye başlarsam özgüven sahibi olacağım ama asla kilo veremeyeceğim” “Ailem beni hiç desteklemedi bu sebeple özgüven sahibi olamayacağım”… gibi. Çoğu zaman yaptığımız kehanetler gerçeğe dönüşene kadar doğruymuş gibi davranmakta ısrar ederiz. Gerçeğe dönüştüklerinde ise hep haklı çıktığımızı söyleyerek varsayımlarımızı sürdürmeye devam ederiz.

Peki sizin içinizdeki ses size neler söylüyor? Ona karşı nasıl mücadele edebilirsiniz?  İçinizdeki sesin size söylediği olumsuz mesajları takip edin ve tam tersini tekrarlamaya çalışın.  “Bunu asla yapamazsın asla bitmeyecek” yerine “Bunu yapabilirim.” cümlesini sesli olarak tekrarlamak gibi.  Olumsuz mesajlarınızın altındaki olumlu mesajı görün. Zihninizdeki ses ” Bunu asla yapamayacaksın” derken aslında yapmanız için sizi motive etmeye çalışıyor olabilir.

Etrafınızda enerjinizi tüketen ve olumsuz iç sesinizi destekleyen kişiler olabilir. Bu kişileri de o sesi susturmaya davet edebilirsiniz. Bu düşük motivasyonlarının kaynakları hakkında konuşabilirsiniz. Bazı durumlarda ise bu toksik kişilerle iletişimi koparmak yararlı olabilir.

Zihniniz bu dünyada kontrol sahibi olabildiğiniz tek düşünce sistemidir. Bunu anladığınız vakit olumsuz ve zehirli düşünceleri bir kenara bırakarak daha kaliteli bir inanç sistemiyle daha keyifli bir hayat yaşamaya başlayabilirsiniz.

Evlilik

Ülkemizde Boşanma ve Nedenleri

ÜLKEMİZDE BOŞANMA ve NEDENLERİ

Aile; var olan kan bağı yoluyla veya evlilik ve diğer yasal yollarla, akrabalık ilişkisi içine giren ve grubu oluşturan bireylerin birçok ihtiyacının karşılandığı toplumsal birimdir.

Evlilik; üyeleri arasında ait olma duygusunun paylaşılması ve bunun sevgi, saygı, dayanışma içerisinde sürdürülmesi amacı güden topluluk. Evlilik birliği karı-koca olma rolleriyle başlayıp, çocuk eşlik ettiği zamanda ebeveynlik rolünün eklenmesiyle devam edebilir.

Evliliğin çeşitli nedenlerle sürdürülememesi durumunda eşlerin ortak kararı sonucu veya çiftlerden birinin tercihi ile boşanma meydana gelebilir.

Boşanma, eşlerin hayattayken kanunlar çerçevesinde hakim kararıyla evliliklerine son vermeleridir.

ÜLKEMİZDE BOŞANMA

Evlilik birliğinin sonlandırılması sadece ülkemizde değil Dünya’ da genel bir toplumsal sorun olarak değerlendirilir. Ancak kültürel sebeplerin ağırlıkta olmasıyla ülkemizde boşanma genellikle olumsuz karşılanmaktadır. 2007 yılında ülkemizde yapılan araştırmalara göre boşanmanın %38.7’si ilk beş yıl içerisinde gerçekleştirildi. Araştırmaya göre son yıllarda dikkat çeken bir durum söz konu olmakta. 20 yıl ve daha uzun süren evliliklerde bundan önceki yıllara oranla bir artış söz konusudur.

Yine ülkemizde yapılan bir diğer araştırma da kadın-erkek cinsiyetine göre boşanma nedenleri incelendiğinde;

En önemli boşanma nedeni her iki cinsiyette de sorumsuz ve ilgisiz davranma oldu. Bu oran, kadınlar için %61,5, erkekler için ise %40,2 oldu. Kadınlar için sorumsuz ve ilgisiz davranmadan sonra en önemli boşanma nedenleri %42,6 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama, %36,4 ile dayak/kötü muamele oldu. Erkekler için sorumsuz ve ilgisiz davranmadan sonra en önemli boşanma nedenleri ise %24,5 ile eşin ailesinin aile içi ilişkilere karışması ve %24 ile eşlerin ailelerine karşı saygısız davranması oldu.

Boşanma sürecini yaşayan her birey aynı duygulardan veya aynı dönemlerden geçmeyebilirler.

BOŞANMA NEDENLERİ

Boşanma nedenleri kanunlar önünde yani kadın ve erkeğin evlilik birliğini koruma altına alan Medeni Kanun’da sınırlı sayıda ele alınmıştır. Genel başlıklar altında özel nedenler olarak sınıflandırma yapılmıştır.

Türk Medeni Kanunu’nda boşanma sebepleri sayılmış olup, özel haller olarak:

  • Zina
  • Hayata kast ve pek kötü veya onur kırıcı davranış
  • Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
  • Terk
  • Akıl hastalığı
  • Evlilik birliğinin sarsılması

Özel Nedenler:

  • Ekonomik sebepler
  • Eşlerin sosyo-kültürel yapı farklılıkları
  • Cinsel sorunlar
  • İletişim bozukluğu
  • Eşlerden birinin ihaneti
  • Aile içi şiddet
  • Zevk ayrılıkları
  • Eşlerin birbirlerini ihmal edişi
  • Ailelerin aşırı müdahalesi
  • Eşlerden biri ya da ikisinin ailelerine bağımlı ya da zayıf kişilikte olmaları
  • Çocuk olmaması
  • Ciddi ekonomik ve sınıfsal farklılıkları
  • Yaş farkının fazla olması
  • Erken yaş evlilikleri
  • Aile baskısı ile evlendirmeler
  • Taraflardan birinin ani kişilik ve yaşam pratiğinin değişmesi
  • Psikiyatrik sorunlar
  • Uyuşturucu, alkol ve kumar bağımlılığı (Can,Y.,Aksu,N,2016 Akt.İ.Sucu,2007).

Ölüm, Kayıp ve Yas Süreci

ÖLÜM, KAYIP ve YAS SÜRECİ

Hayatımıza giren veya bir şekilde ilişki kurduğumuz, bize yakın, sevdiğimiz biri veya birilerinin kaybıdır ölüm. Aslında tanışılan, bağ kurulan anda, karşımızdaki kişiyi daha ileriye, geleceğe taşıma eğilimliyizdir. Biriyle tanıştığımızda genellikle o andakiyle kalmayacaktır tanışıklık. Ya ikili ilişkinin devamı gelmeyecek ya da devam ederse çok daha farklı şekillerde yine karşılaşılacaktır. Bu karşılamalardan kastedilen, karşımızdaki kişinin düğününe katılacak olmamızdan tutun, karşımızdaki kişinin anneanne veya dede olmasına şahit olabilecek kadar geniştir. Örneğin bir kız çocuğu için annesini bir anneanne olarak hayal etmesinden daha doğal bir durum yoktur ancak annesi, anneanne olamayacak kadar erken bir yaşta hayatından çıkıp gittiyse, bu durum onun için ölümün doğal yasının yanında, oluşturduğu anneanne şemalarının yıkım yasını da beraberinde getirecektir. Karşımızdaki kişilere tanıştığımız andan itibaren yüklediğimiz birçok anlam hesaba katılınca da insanoğlu için ölüm karşılanması oldukça zor bir olgudur. Kaybın karşılanması, birçok duruma göre değişiklik gösterir. Aynı şekilde kayıp sonrası ortaya çıkabilecek tepkilerde bu değişkenlere bağlı olabilir. Bu değişkenler, kaybı karşılayan birey veya bireylerin özellikleri, kaybedilen kişiyle olan yakınlığın derecesi, kaybın şekli, kaybın ani olup olmadığı, içinde bulunulan toplum ve kültür gibi daha birçok bireysel değişkenlerdir.

Bu faktörlere bağlı olarak, kayıp sonrası ortaya çıkabilecek tepkiler;

Fiziksel tepkiler; Yorgunluk, Uyuyamama, Kas ağrıları, Nefes alıp vermede güçlük, Titreme ve bireylere göre farklılık gösterebilecek birçok tepki.

Bilişsel Tepkiler; İnanmama, Dalgınlık, Odaklanamama, Sürekli kaybın düşünülmesi hali.

Duygusal Tepkiler; Şok halinde olma, Üzüntü, Suçluluk duyma, Vefasızlık Duyma, Çıkmazda hissetme gibi duygu durumu içerisinde olabilirler.

Davranışsal Tepkiler; Fiziksel tepkilerle birlikte yalnızlığı tercih etme, insanlarla iletişime girmemeye çalışma gibi birçok davranışsal tepkilerde bulunabilirler.

Kayıp yaşayan kişi, yas sürecinde kaybı kabullenip yaşamını yeniden düzenleyene kadar çeşitli aşamalardan geçer. Bu aşamalar şu şekilde gelişir:

  1. Aşama. Şok ve Uyuşma: Kaybın/ölümün olduğu/öğrenildiği ilk anda yaşanır. Kişi kısa süreli hissizlik yaşar.
  2. Aşama. İnkâr/ İnanmama: Kişi ölümü/kaybı reddeder ve bir süre hiçbir şey olmamış gibi davranabilir.
  3. Aşama. Arzu Etme: Kaybedilen kişinin geri gelmesi beklenir ve arzulanır. “Neden benim başıma geldi bu” sorgulamasıyla birlikte bu aşamaya öfke ve yalnızlık duyguları da eşlik etmektedir. Yas sonrası ortaya çıkan bu öfke bir uyum sağlama çabasıdır.
  4. Çaresizlik: Kişi kaybı önleyemediği için ya da kaybedilen kişiyi geri getirmeye yönelik elinden bir şey gelmediği için çaresizlik hisseder. Çaresizlik hissi ile birlikte kişi iş ve sosyal yaşamında, bu aşamada, problemler yaşayabilir.
  5. Kabullenme ve Hayatı Yeniden Düzenleme: Ölüm/kayıp gerçeği bu aşamada kabullenilir. Yas tepkilerinin yoğunluğunda azalmalar görülür. Kişi kayıp öncesi yaşamına adapte olmaya başlar.

Bu aşamalar her yas sürecini yaşayan insanlar için geçerli olmayabilir, kimisi bu aşamaların ilkinde takılmış olabilirken kimisi direkt son aşamaya geçmiş olabilir. Yas süreci, her insan için farklı bir süreçtir. Yasın, kaybı yaşayan birey için kabulleniş aşamasına gelebilmesi, kişinin baş etme, problemleri çözme, alternatif düşünce ve eylemler üretme, telafi etme becerisine de bağlıdır.

Yas gruplandırılmak istendiğinde 3 farklı kategoride ele alınır. Bunlar; normal yas, karmaşık yas, travmatik yastır.

Normal yas genelde 6 aya kadar sürer ancak, 8 ay veya 12 aya kadar süren yaslar da bireysel farklılıklara göre değerlendirmenin yanında normal kabul edilebilir. Bu dönemin uzun sürmesi, yası yaşama sürecinin bir uzman desteğiyle ele alınması gerektiğini işaret eder.

Çocuklarda Yas

Çocuklarda Ölüm Kavramı ve Yas Süreci

ÇOCUKLARDA ÖLÜM KAVRAMI ve YAS SÜRECİ

Çocuklarda, yetişkinlerin yaşadığı gibi kayıp ve yas sürecini derinden yaşarlar. Hatta çocuklar için böylesi belirsiz ve tanımlaması zor bir süreç daha korkutucu geçebilir. Yetişkinler içinde bazı durumlarda geçerli olabilmekle birlikte, çocuk için kayıp sadece bir yakınının ölümüyle kalmayabilir. Arkadaşından uzaklaşma veya ayrılma, uzun yıllardır yaşadığı mahalleden ve evden ayrılma, okula başlama( anne ve babasından ilk defa uzun süreli ayrılma),anne-babasının boşanması gibi birçok durumda çocuk için ölümle ş değer anlama gelebilir ve yas tutabilirler. Çocukların ölüm kavramını anlamlandırması, yaşa göre farklılıklar gösterir. Çocuklar için ölümün zihinlerinde oluşturduğu şeylerle, yetişkinlerin ölümden anladıkları çok farklı olabilmektedir. Genellikle okul çağına gelen çocuk için ölüm, biraz daha gerçekçi hal almaya başlar.

Çocuklar ölümü, sadece yaşı oldukça büyük olanların ölmesiyle fark ettikleri için, onlara göre sadece büyükler ölür. Çocuk için bu denli korku verici süreç, kendisini en güvende hissettiği kişilerle geçirilmeli. Eğer çocuğa durum açıklanacaksa anne ve babasının ağzından açıklanmalı. Çocuk etrafında meydana gelen bu değişimi, anne veya babasından duyarak, kaygısını hafifletebilir. Anne veya babanın olmadığı durumlarda çocuğa durum, kendisine yakın, güvenli ilişki içinde olduğu 3. kişiler tarafından anlatılmalı. Çocuğun anne ve babasının kaybında ise, durum çocuktan olabildiğince saklanmamalı ve hemen söylenmelidir. Dikkat edilmesi gereken çocuğa, ilk öğrenilen anda yaşanan şokun etkisiyle durum açıklanmamalı, açıklayan kişinin şoku çocuğu daha da fazla korkutabilir. Ancak en kısa sürede anne veya babasının neden yanında olmadığıyla ilgili bilgilendirilmesi gereklidir. Çocuk kaç yaşında olursa olsun bunu bilmek herkesten önce onun hakkıdır. Bir başkasından kendi anne, babasının veya çok sevdiği bir yakınının başına gelenleri duymak, onu etrafındakilere karşı hiç geçmeyecek bir güvensizliğe sürükleyebilir. Çocuğa ölümün nasıl olduğu ve bundan sonra neler olacağı çocuğun dilinden, yine çocuğun güvenli ilişki kurduğu kişilerce kendisine anlatılmalıdır. Çocuk ölüm nedenini bilmelidir ki anne, babasının veya onun bakımını sağlayan yakınının onu bilerek veya isteyerek bırakıp gittiklerini düşünmemelidir. Çocuk için ölüm açıklanabilmesi bu kadar zor bir durumken, yakınlarının kaybında aklına ilk gelen şey terk edilmiş olmaktır. Ölümü dışsal nedenlerle anlatmak, çocuğun anlamasına kolaylık sağlayabilir. Hastalık, kaza gibi nedenlerle olduğu vurgulanmalıdır. Çocuk kaybın bir son olduğunu, ancak uzunca bir zaman sonra anlayabilir. Onun için ölüm,  sadece o an için yok olmak anlamına gelir. Bir yerden, yeniden ölen kişinin çıkıp geleceğini beklerler. Ancak zamanla hiç gelemeyeceklerini, yakınıyla vedalaşılmış olduğunu anlarlar. Çocuklar kaybın gerçekliğini yaşa bağlı idrak edebilecekleri için, okul öncesi dönemdeki çocuklara, ölen kişinin bir daha dönmeyeceği tekrar tekrar açıklanmak zorunda kalınabilir.

ÇOCUKLARIN KAYBA VERDİĞİ TEPKİLER

  • Çocuklar kaybı öğrendikleri andan itibaren yoğun kaygı ve korku içine girebilirler. Bazı çocuklar yaşanan durumu idrak etmek bir yana, bir anda içinde bulundukları bu duyguyu da anlamlandıramadıkları için, ya içine kapanır yada bu durumun üstesinden gelememe korkusuyla yoğun öfke, kontrolsüz davranışlar veya rutini bozan farklı hareketlilikler içerisine girebilirler.
  • Bazı çocuklar kayıp yaşamanın idrakına geç varabilirler. Bu süreçte kayba yönelik herhangi bir tepkileri olmayabilir. Bazı çocuklarda da kayıp sonrasında ciddi duygusal patlamalar, öfke kontrolsüzlükleri görülebilir.
  • Bazı çocuklar duydukları haber karşısında şok içerisinde kalabilir, ölüme şahit oldularsa travmatik anının etkisinden çıkamayabilirler. Hiç konuşmadan uzunca bir süreyi geçirmeyi tercih edebilir veya düşünmek için toplu ortamlardan kaçmayı seçebilirler.
  • Çocukların ölüm haberini öğrendiklerinden sonraki süreçte oyunlarına duyarlı olmakta fayda vardır. Oyun, çocuğun duygusal aktarımını, boşalmasını gerçekleştirdiği en özel alanıdır.
  • Çocuklar ölüm haberini aldıktan sonra, yaşından daha olgun davranma eğilimine girebilir veya bazen de gelişim dönemine uygun olmayan, yaşından daha küçük hareketlerine dönüş yapabilirler.

Çocuk, yakınının ölümünün kendisi yüzünden kaynaklanmış olabileceğini de düşünebilir. Bu nedenle yoğun suçluluk duyguları barındırabilirler. Bazı çocuklar anne veya babasını, yakınını kurtaramadığı için de yoğun kaygı duyabilir.

Aile Danışmanlığı Eğitimi

Aile içinde Etkili İletişim Kurma Yolları

AİLE İÇİNDE ETKİLİ İLETİŞİM KURMA YOLLARI

Toplumun en küçük birimi, sağlıklı bir toplum inşasının en temel taşı anne, baba, çocuk veya çocuklardan oluşan ailedir. Bireylerin duygusal, fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı, hayatta kalma mücadelesinin, adaptasyon sürecinin ilk öğrenildiği en küçük birimdir aile. Aile olabilmenin ön koşullarından biri karı-koca olabilmektir. Karı-kocalığın getirdiği sorumlulukların farkında olan bireyler, aileye yeni katılan üye veya üyelere çok daha kolay uyum sağlayarak, aile olmanın ve bir aile olarak kalabilmenin daha çok bilincinde olurlar.

Ailelerin temel gereksinimleri vardır, bu gereksinimlerden ilki sevgi ve saygı ihtiyaçlarını karşılayabilmektir. Bu ihtiyaçlara değerli olma, ön planda olabilme, aile bireylerinin her birinin kendisini yeterli hissedebilmesi, ailede dayanışma duygusunun tadılması eşlik etmektedir. Tüm bunların yanında aileyi oluşturan her bir ferdin, kendisine ve ailenin diğer bireylerine karşı sorumlulukları vardır. Aile tüm bu sayılan gereksinimlerinin karşılanmasıyla hayatta kalmaya devam eder.

Anne ve babanın çocuk veya çocuklarına, çocuklarında anne ve babasına karşı sorumlulukları vardır. Ebeveynlerin tüm bunların yanında birbirlerine karşı karı-koca olma sorumlulukları da göz ardı edilmemelidir. Mutlu karı- koca, mutlu anne- baba demektir. Mutlu anne, baba ise sağlıklı, öz saygısı ve çevreye güveni yüksek bireyler yetiştirir. Tabi ki tüm bunlara aileyi oluşturan bireylerin, önce kendilerini seven ve kendisine saygısı olan bireyler olması da önemlidir.

ETKİLİ İLETİŞİM NEDİR?

Aile içi iletişim dikkate alındığında, bu iletişimin sadece sözlü iletişimden ibaret olduğu yanılgı olabilir. Aslında günlük hayatımızda da iletişim, bilinenin aksine sözel iletişimle sınırlı değildir. Yapılan araştırmalara göre iletişimin yüzde altmış beşe yakınını beden dilimiz, jest ve mimiklerimiz oluşturmaktadır. Sözel iletişim, kurulan karşılıklı iletişimin yüzde 15 e yakınını oluşturmakta, bu da iletişimin neredeyse çoğunun beden dilimizden geçtiğini kanıtlamaktadır. Beden dilimiz, iletişim içinde bulunduğumuz kişiler için daha gerçekçi ve samimi gelir. Çünkü doğaldır ve rol yapılması halinde de bunu açığa vurur. Bu nedenle söylediklerimiz karşı taraf için önemli olsa dahi, beden diliyle uyumu yakalayabildikten sonra karşı taraf için inandırıcı, kayda değer ve anlamlı olur.

Etkili iletişim, iletişime girilen kişi veya kişiye öncelikle saygıyla başlar. Karşımızdaki kişi, çocuktan yetişkine her kim olursa olsun, koşulsuz bir kabulü ve saygıyı hak ediyordur. İletişimin ilk basamağı saygıdır ve iletişimde eğer saygı varsa, diğer birçok iletişim engelini ortadan kaldırmaya gayretliyiz demektir. Etkili iletişimin bir diğer koşulu ise empati kurabilme yeteneğidir. Empati, karşımızdakinin gözüyle, duygularıyla dünyaya bakabilmektir. Tam anlamıyla empatide bulunduğumuz kişilerle, zaten etkili bir iletişime girmek kendiliğinden gelecek, kaçınılmaz olacaktır. Etkili bir iletişim kurarken, olmazsa olmaz bir diğer koşul ise dinlemektir. Etkin bir dinleme olmadan maalesef etkin bir iletişim gerçekleşemeyecektir. Dinlenilen kişi, anne, baba veya çocuk olabilir. Bireylerin farklı rollerde olması, dinlemenin etkinlik derecesini değiştirmemelidir. Ancak özellikle çocuklarla iletişim içine girildiğinde, yetişkinlerin çocuğun boyu hizasına eğilerek göz teması kurmaya çalışması, çocuk içinde etkili bir iletişimi destekleyecektir. Yetişkinler ve çocuk arasında kurulan iletişim esnasındaki etkin dinleme de, çocuğun sadece kendisi vardır. Kendi düşünceleri, duyguları, davranışları ve bunları söze dökmeyi, bedenine yansıtma biçimi… Aile çocuğunu, çocuğun anlattıklarına müdahalede bulunmadan, olduğu gibi dinleyebilmelidir. Çocuk ebeveynlerin mimiklerine ve hareketlerine oldukça duyarlıdır. Eğer dinlenilmediğini hissediyorsa, iletişime kendisini kapatabilir. Ailesi tarafından ciddiye alınmıyor olmak onu üzüp, incitebilir. Bu zaman içinde sürekli tekrarlayan bir duruma dönüşürse çocukta öfke problemleri ve ailesine karşı tahammülsüzlük gibi birçok bireysel değişkenlik gösteren problemler ortaya çıkabilir. Zaman içerisinde bu problemler ailenin ciddi problemleri haline gelebilir.

AİLE İÇİ İLETİŞİMDEKİ ENGELLER NELERDİR?

  • Ailedeki bireylerin ben dili yerine sen dilini kullanmaları. Çocuk ailede ilk öğrenmelerini gerçekleştirir. Ebeveynler, çocuğa veya çocuklarına karşı kullandıkları dilde, sen dilini daha çok tercih ediyorlarsa, doğal olarak çocukta sen dili kullanımını öğrenecek ve sorunların çözümü zorlaşarak, daha ileri boyutta bir çıkmaza doğru ilerleyecektir.
  • Ailedeki bireylerin iletişimlerinde emir cümleleri kurmaları, bireylerin birbirlerine gözdağı vererek konuşmaları da iletişimin önündeki en büyük engellerdendir. Çoğu anne ve baba, çocuklarıyla iletişim kurarken, bunun çocuk için yararlı olabileceğini, hayatta çok daha az hata yapmalarını sağlayabileceklerini düşünerek, öğüt veren, çözümü bulma şansını çocuğa tanımadan, kendilerinin bulduğu bir yolu telkin ederek çocukla iletişim kurarlar. Bu iletişim şekli, amacı iyi niyet içerse bile teknik olarak uygun değildir. Çocuk bir süre sonra kendisini yetersiz hissedebilir, anne veya babasıyla iletişim kurmaktan kaçınarak, içe kapanabilir.
  • Aileler, çocuklarını dinlerken olabildiğince yargılayıcı dilde uzak kalmaya çalışmalı, hata arayan yanlarını törpülemelidirler. Aileler aslında çocukla, çocuk gibi konuşmayı öğrenebilmelidirler.
  • Çocuktan dönem özelliklerinin üzerinde beklentilere girmek, çocuğa dair olumsuz değerlendirmelerde bulunmak çocuğun benlik saygısını yitirebilmesine neden olabilir. Unutulmamalıdır ki, kendine güvenen çocuklar yetiştirebilmenin temelini aile atar ve aile bunun için çocuk veya çocuklarıyla doğru ve etkili bir iletişim kurabilmeyi başarabilmiş olmalıdır.

ETKİLİ İLETİŞİM KURABİLMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

  • Aileyi oluşturan üyelerin her biri birbirlerine zaman ayırmayı ihmal etmemelidir. Burada yine değinilmesi gereken, çocuğun dünyaya gelmesiyle oluşan yeni rollerin etkisi altında kalan karı- kocanın, eskiden içinde oldukları rolü de unutmamaları gerektiğidir. Aile çocuğun doğması ile meydana gelen bir topluluk değildir. Karı- koca olan bireylerde bir ailedir. Önce karı- koca olarak birbirlerine zaman ayırmayı, sonra da tabi ki çocuğa zaman ayırmayı ihmal etmemelisiniz. Bu ailenizin devamlılığı için çok büyük bir sorumluluktur.
  • Ben dilini kullanmaya özen gösterin. İletişimdeki kişiyi savunmaya geçirmeyen, bireyin kolayca davranışının çevresindekilere karşı olumsuz etkilerinin kabulünü sağlayıp, davranışın tekrarlanmasını engelleyen bir dildir ben dili.
  • Etkili iletişimin koşullarını sağlamaya özen gösterin. Göz kontağı kurun, dinleyin ve yargılayıp, eleştirmeyin. Koşulsuz kabul edip, saygı duyabilmeye önem verin.
  • Her zaman iletişimde bulunduğunuz kişi veya kişilere fırsatlar vermeye çalışıp, açıklama şansı tanıyabilmelisiniz. Karşı tarafı dinleyin ve dinlediklerinizi doğru ve açık bir biçimde karşı tarafa iletebilmeye çabalayın.
anne çocuk

Tek Ebevenyli Aile Olmak

Tek Ebevenyli Aile Olmak

Aile, anne, baba ve çocuk veya çocuklardan oluşan toplumun en temel kurumlarından biridir. Ancak bu kurum zaman içerisinde çeşitli nedenlerle ayrışmaya giderek sonucunda tek ebeveynli aileyi ortaya çıkardı. Günümüzde, oluşan ailelerin devamlılığı konusunda bir hayli güçlük yaşanmakta ve geçmişten bugüne tarihsel, sosyolojik, psikolojik değişimlerin etkisinde kalarak, artık Dünya genelinde her geçen yıl büyük bir artışla, aile kurumu dağılmaya gitmektedir. Bu dağılımın en büyük sebeplerinden biri boşanmayken, eşlerden birinin ölümü, eşlerden birinin uzun süreli yokluğu ve ebeveynin tercihleri de nedenlerin toplandığı genel başlıklar halinde sınıflandırılmıştır.

Devamı

Çocuk Testleri Eğitimi

Okula Gitmek İstemeyen Çocuklar

Okula Gitmek İstemeyen Çocuklar

Okula gitmekten kaçınma, her eğitim-öğretim döneminin başında sıklıkla görülen, daha çok 6-8 yaş ve 12-13 yaş aralığında, okula yeni başlayan çocuklarda gözlenen, çocuğun bağlandığı kişi veya kişilerden ayrı kalmasına neden olduğu için, korku içinde ve kaygılı olması durumudur.

Çocuk okula başladığı ilk günler anne veya babasıyla, olabilmesi mümkünse anne ve babayla birlikte okula gitmelidir. Bazı çocuklar, anne ve babasından sorunsuz şekilde ayrılarak sırasına gidebilir ancak sayısı azımsanamayacak kadar çok olan bazı çocuklar bu kadar kolay sırasına doğru ilerleyemeyebilirler.

Çocuk bazen sadece okula gitmek istemiyor da olabilir ancak çoğu zaman istememe süresinin uzamasıyla birlikte ardında bir okul fobisi barındırdığını düşünebiliriz. Çocuğunuz okula giderken yoğun endişe ve korku duyuyorsa ve bu okulun ilk birkaç haftasıyla sınırlı kalmıyorsa, uzunca bir süredir sizi ve çocuğunuzu yorar hale geldiyse okul fobisine dair bir uzmandan yardım almanızda fayda vardır. Okul fobisi olan çocuklar, okula gideceği sabahları karın ağrısı, mide bulantısı gibi şikayetler de bulunabilirler. Okula o gün gitmemek için ailelerine karşı her türlü şanslarını denerler. Çocuğun okula gitmek istememesinin ardında bir çok farklı sebep olabilir. Ailelerin öncelikle çocuğu okula zorla göndermek veya çocuğu okula sadece o gün için bile olsa göndermemek gibi bir tercihleri olmamalıdır. Aile öncelikle çocuklarıyla bu durumu konuşmalı ve çocuklarına karşı yargılayıcı, sorgulayıcı bir dil kullanmadan ardında yatan neden veya nedenlere ulaşmaya çalışmalıdır. Çocuk için okula başlamada yaşadığı kaygının en önemli nedeni, hayatında ilk kez anne ve babasının olmadığı, istediği zaman anne veya babasının yanında bulunamayacağı ve alıştığı çevrenin dışında, yeni bir yere giriyor olmasıdır. Üstelik girdiği bu yeni yerde oldukça fazla yaşıtı vardır, yani daha önce hiç olmadığı kadar sosyal olmaya çalışmakla uğraşacaktır. Okula gitme korkusu yaşayan çocukların çoğunda, ayrılık kaygısı vardır. Çoğunlukla anne veya baba, bağlılık kurduğu, bakımını sağlayan kişi veya kişiler her kimse, onlardan ayrılma korkusunun beraberinde gelir okul korkusu. Çünkü çocuk okula gittiğinde ardında kalan kişiler tarafından bırakıldığını, kendisini bir daha almaya gelmeyeceklerini, kaybolabileceğini düşünür.

OKUL FOBİSİNİ TETİKLEYEN UNSURLAR

Anne baba arasında yaşanan sorunlar çocuğun okula alışma sürecini engelleyebilir. Çocuk okula gittiğinde aklı annesinde veya babasında kalacaktır. ‘Ben yokken anneme bir şey olur mu?’, ‘Ben eve gittiğimde annem evde olacak mı?’ gibi sorularla zihni meşgul eder. Bu sorular çocuğun kaygılarını daha da tetiklemekte ve yeni bir ortama alışamama korkusuna eşlik etmeye devam etmektedir.

Ailede meydana gelen hastalıklar, son zamanlarda ailede yaşanan kayıp, yas tutma süreci geçiren bir ailenin varlığı gibi nedenler, çocuğun okula gitmesini, gitse dahi yaşıtları gibi kolay adapte olmasını engeller.

Okuldaki öğretmenin çocuğa karşı yanlış bir tutum içinde olması, çocuktan yapabileceklerinin üzerinde performans beklenmesi gibi, öğretmenin mükemmeliyetçi, ayrıştırıcı ve yargılayıcı tutumları çocukların okula uyumunu zorlaştırır. Aynı zamanda çocuğun alıştığı bir öğretmeninin değişikliğe uğraması da çocukta okul fobisini tetikler.

Çocuğun akranları tarafından zorbalığa maruz kalması ve bunun uzunca bir süre öğretmenleri tarafından fark edilememesinden dolayı, çocukta hem arkadaşlarına hem öğretmenlerine karşı bir güvensizlik oluşabilir. Tüm bunların yanında çocuk, maruz kaldığı zorbalıktan anne ve babasının kendisini koruyamadığını düşünerek, anne ve babasına karşı olumsuz tavırlar içine de girebilir.

Çocuğun travmatik bir öyküsünün olması, okul dışında veya okula başladıktan sonra cinsel taciz veya istismara maruz kalması. Çocuk yaşadığı travmatik olaylardan dolayı evinden, ailesinin yanından  ayrıldığı her an için kendisini güvensiz hissediyor olabilir.

ANNE VE BABALAR NE YAPMALI?

Çocuğunuz 4- 4.5 yaşına geldiğinde anaokuluna gönderebilirsiniz, zorunlu eğitime geçişten önce, yarım günden başlayarak, tam güne geçirebilirsiniz. Anaokulunu deneme süreci olarak değerlendirebilirsiniz

Çocuğunuz okula başlamadan önce, okul çevresini tanıtabilirsiniz. Onunla düzenli aralıklara okul çevresinde yürüyüşler yapabilir ve çok yakın bir zaman içerisinde bu okulda öğrenci olacağını, öğrenciliğin kendisi ve geleceği için sağlayacağı yararları, gelişim düzeyine uygun bir dille anlatabilirsiniz.

Çocuk önce okul çevresi daha sonra okulun bahçe kapısından içeri, anne veya babasıyla, olabiliyorsa her iki ebeveyni ile girmelidir. Çocuğa yavaş yavaş okulun bölümleri tanıtılabilir. Daha sonra sınıfının olacağı kata veya koridora, anne veya baba eşliğinde girebilir. Sınıfı belirlendiyse, okuyacağı sınıfın içerisine ebeveynleriyle girip, uzunca bir süre durabilir. Tüm bunlar çocuğun okula başlamasından önce yapılabilirse, çocuk okulun ilk gününün belirsizliğiyle daha az kaygılanır.

Çocuğunuz okulun ilk gününde huzursuzluk çıkarıyorsa, onunla kendisinin görebileceği bir yerde bekleyeceğinize dair sözleşebilirsiniz. Sınıf içerisinde beklemeyi çocuk isteyebilir ancak tüm anneler için çocuklarının bu eşsiz deneyimlerine şahit olmak önemlidir, bu nedenle velilerin öğretmeni en az engelleyici davranışlarda bulunmaları gerekir. Bu süreçte öğretmenin tutumu da okul korkusu yaşayan çocuğu anlayan ve bu nedenden dolayı yargılamayan, çocuk için en uygun ortamı sağlayabilecek şekilde olmalıdır. Hem ailenin hem de öğretmenin iş birliği içerisinde, sabırla yönetilmesi gereken bir süreçtir.

Evlilik İletişim

Kadın ve Erkek Farklıdır!

Kadın ve Erkek Farklıdır!

Son zamanlarda bir hayli kadının ve erkeğin eşit olması gerektiği üzerine konuşuluyorken, bunun için nice kampanyalar düzenlenip, destekler isteniyorken, konuya biraz daha farklı bir boyutuyla yaklaşarak kadın ve erkeğin nasıl farklı olduğunun ve bu farklılığın aslında eşit olmanın zıddı anlamına gelmediğinin hatta eşit olmanın bir gereklilik olmadığının altı çizilmeli.

Eşit olmak denildiğinde aklınıza gelenleri düşünün, tüm bunları genel bir başlık altında sınıflandırmak isteseydik, bu başlıkların içerisinde benzer olmayı bulabilir misiniz? Ayrıntılı düşündüğünüzde aklınıza gelenler, eğer eşit olmanın gerçek anlamını bilerek geldilerse aslında cevabınız ‘Hayır’ olacaktır. Belki ‘Evet’ diyeniniz de olabilir ancak yazının devamında bu ‘Evet’ i tekrar yorumlamanız gerekebilecek. Çünkü kadın ve erkeğin eşit olması demek iki biyolojik sınıfın benzer olacağı anlamına gelmez. Bu iki cinsi birbirine benzer tutmaya çalışmak hem kadının hem de erkeğin varlığına haksızlık olmaz mı?

Eşit olmak, benzerlik üzerine temellendirilmiştir ancak birebir aynısı olmak değildir. Çünkü kadın ve erkek birebir benzeyerek eşit olamazlar. Eşit olmanın tanımı, kadın ve erkek üzerinden yapılacaksa sadece benzerlikten yola çıkılarak yapılamayacak kadar önemli ayrımlar içerir. Bu ayrımlardan en önemlisi kadının doğası ve erkeğin doğasıdır. Eşit olma isteği de kadının ve erkeğin doğasına aykırıdır. Kadın ve erkek birbirlerine ‘ne eksiği ne de fazlası’ olamayacak kadar benzer değildir. Kadın ve erkek ayrımı bulunamayan değildir. Kadın ve erkek hem biyolojik hem de psikolojik anlamda birbirlerinden farklıdır. Toplumda kadın ve erkek denk tutulmaya çalışılırken, görmezden gelmeye çalıştığımız bir noktayı aydınlatmakta fayda var, kadın ve erkek farklıdır. Sosyolojik anlamda haklarının ‘Eş Olması’ nı istemek, desteklemek bir yana tabi ki.

Farklılıklar güzelleştirir, geliştirir, değiştirir, daha işlevsel hale getirir. Farklılığın olduğu, her neresi ve her nasıl bir durumsa orada bir üretim söz konusu olabilir. Aynı olmaya karşı çıkmaz farklılık, aynılığı güzelleştirir. Aynılığa renk verir. Farklı olmak demek, aynılığın yıkımına neden olmak, aşağılama veya üstünlük kurmak demek değildir. Farklılıklarla barışmak gerek, farklı olanı kucaklayabildiğimiz kadar eşit kalabiliriz ancak. Kadın ve erkek, eşit olabilmek için önce farklılıklarını bilebilmeli, buna saygı duyabilmeli, kabul edebilmeli. Tüm bu farklı yönleriyle kadın da erkekte önce özüne dönük barış içinde yaşayabilmeyi öğrendikten sonra birbirlerine karşı eşitlikten bahsedebilmeli. Kadın ve erkeğin farklılıkları beraberinde tamamlanmayı getirir. Bu noktada hem kadının hem de erkeğin bu farklılıkları nasıl karşıladığı çok önemlidir.

İlişkilerdeki sorunlar genellikle, karşı cinslerin birbirlerinin farklı yönlerini doğru karşılama şeklini bilemiyor olmalarından kaynaklanabiliyor. İlişki öncesi döneminde farklı olmayı bir problem oluşturma taşı olarak gören bireyler, ilişkileri sırasında farklılığı en büyük korkuları haline getirebiliyorlar. Aynılığı yakalamak adına birçok girişimde bulunuyor, hatta beraberinde karşılıklı olarak değişimler beklemek durumunda kalabiliyorlar. Bazen bu değişimler ilişki içerisindeki kişileri olumlu etkileyebilirken bazen de zorlayıcı hatta istismar edici bir boyuta ulaşabiliyor. Bu noktada kadın ve erkeğin, ilişki içerisinde olduğu partnerinin, kendisinden farklı ne gibi davranışlar sergilemesi, farklı hangi tutumlar içinde olduğunu gözlemlemesi durumunda olumsuzluğa kapıldıklarını iyi belirlemesi gereklidir. Eğer sorunun oluşumuna neden olan faktör veya faktörler bireylerin birbirlerinden farklı yönleriyse, bunu nasıl zenginliğe dönüştürebilirler farklılıklar üzerine ayrıntılı düşünmeleri gereklidir.

Kadın ve erkeğin farklılığının konuşuluyor olması bir üstünlük kurma girişimi değildir, hem erkeğin hem de kadının varlığının ayrı ayrı kabul edildiğinin ve buna saygı duyulduğunun göstergesidir.

Kardeş Kıskançlığı için Çözüm Önerileri

Kardeş Kıskançlığı

Evin Yeni Üyesi, Kardeşim

Evde kendine göre düzenini kurmuş, evin tüm ihtiyaçlarının kendisine göre belirlenmesine alışmış bir çocuk için yeni bir kardeşin geliyor olması bir hayli korkutucu ve kabul edilmesi zor bir durum olabilir.

Çocukta oluşan bu kaygıların düzeyi, kabul etmesinin ne kadar zaman alabileceği gibi soruların cevabı öncelikle ebeveynlerin yeni çocuğu karşılama tutumuna ve bunu var olan çocuklarına yansıtma biçimlerine bağlıdır. Çocuğun yaşı, mizacı, kişilik özellikleri ve gelişim dönemi özellikleri de elbette diğer belirleyici faktörler. Bazı ailelerde yeni bebek müjdesi, diğer kardeşi, aileleri tedirgin edebilecek düzeyde korkutmayabilir. Ancak hiçte azımsanamayacak çoğunluktaki ailelerde bu süreç hem doğum öncesi hem de doğum sonrası dönemde inanılmaz yorucu geçebilir. Özellikle küçük çocukların yeni kardeşini karşılama süreci, kardeş kıskançlığı sorunu neredeyse her aile için aynı zorlukta geçebilmektedir. Öncelikle ailelerin bebek haberini aldıkları andan itibaren diğer çocuklarına karşı bir sorumlulukları olduğunu unutmamaları gerekir. Bu sorumluluk, ebeveynlerin yeni bebek haberini alabilme haklarının doğallığı kadar, diğer çocuğun da bu haberi alması gerektiğidir. Var olan çocuğa bebeğin haberi verilmeden önce anne ve babanın ortak bir açıklama yapmak için konuşmaları ve bu haberin çocuğa verilmesinden sonraki süreci oldukça iyi yönetebilmeleri gereklidir. Oluşabilecek durumlar için anne ve baba oldukça iyi düşünülmüş, uzun bir planlama yapmalıdır. Bunun için ailelerde önce motivasyon gereklidir. Sonra da çocuğun haberi almasından dolayı yaşadığı endişenin beraberinde getirdiği zorlukları sabırla tolere edebilmek gereklidir. Çocuğun meydana getirebileceği zorluklar elbette olacaktır ve bu bir noktaya kadar gayet doğaldır, çünkü bir çocuk için yeni kardeş ancak ve ancak oyun arkadaşı amacı taşır. Bunun ötesindeki hiçbir şey çocuğu mutlu etmeyecektir. Yeni kardeşin, anne ve babanın sevgisini paylaşmak, ailede artık tek gözdenin o olmayacağı anlamına gelmek olduğunu henüz ilk aşamada düşünemeyecektir.

Kardeş Kıskançlığını Önlemek için Aileler Ne Yapmalı?

Yeni bir bebek yapmaya karar vermeden önce, çocuğunuzun bebeğe alışması için ona zaman tanıyabilirsiniz. Çocuğunuza ‘Yeni bir bebek fikri sende ne hissettiriyor?’, ‘Ailemize yeni bir üyenin katılması fikrine nasıl bakıyorsun?’ ‘Kardeşin olduğunda ailemizde neler olabilir?’ gibi sorular sorarak onun yeni bir kardeş fikrine aylar öncesinden hazırlanmasına zemin oluşturabilirsiniz. Ailelerin burada unutmaması gereken bir noktayı dile getirmeli, çocuğunuz yeni bir bebek fikri için onay alabileceğiniz birisi değildir. Bu kadar önemli bir mevzuyu çocuğunuzun onayına sunmamalısınız. Çocuğa sorduğunuz sorunun cevabı büyük ihtimalle olumsuz olacaktır bu da bazı ailelerin kendilerini yeni çocuk fikirlerinden dolayı kendilerini var olan çocuklarına karşı suçlu hissetme nedenlerinden birisi olabilir. Bu durumda bir uzmandan yardım almanızda fayda vardır.

Bebek kararı aldıktan sonra veya bebeğin anne karnına düşmesinden sonra çocuğunuza uygun masallar okuyabilirsiniz. Bu masallar, yeni bir bebeğin ne kadar güzel olabileceğini, kendisine çok iyi bir arkadaş olabileceğini, ailede çok daha eğlenceli vakitler geçirilebileceğini içeren masallar olmalı. Anne veya baba dönüşümlü aralıklarla çocuğuna bu masalları okuyarak, uygun yerlerde destekleyici sorularla çocuğunu abi veya abla olmaya hazırlayabilir.

Çocuğa uygun görev ve sorumluluklar yükleyerek yeni bebeğin gelmesiyle birlikte meydana gelen değişimlerden minimum etkilenmesini sağlayabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken çocuğunuzun size olan ihtiyacının bitmemiş olduğudur. Gelişim düzeyine uygun olmayan ve çocuğa ağır gelebilecek sorumluluklar vermekten kaçınmanızda fayda vardır. ‘Artık büyüdün bunları kendin yapmalısın’, ’Artık sen bir abisin veya ablasın çocuk gibi davranmamalısın’, ‘Kendi  işlerini halledebilirsin, ben çok küçük olduğu için kardeşinin işlerini halletmek durumundayım’ ‘Hanginize yetişebilirim?’ gibi çocuğunuzu yalnızlığa sürükleyebilecek ve korkularında haklı olduğunu hissettirebilecek davranış ve tutumlardan kaçınmalısınız.

Çocuğunuzun hayatında büyük değişiklikler yapmamaya özen gösterebilirsiniz. Yapacağınız  değişiklikleri olabildiğince bebek kararının çocuğa açıklanmasından önce yapmaya çalışabilirsiniz. Bunlardan bazıları, bebeğin odasını hazırlayabilmek için çocuğunuzun odasının değişikliği, tuvalete gitme alışkanlığı kazandırma, geceleri kendi odasında uyuma, emzirmeyi bırakma gibi değişiklikler olabilir. Çocuk hayatında yapılan bu değişikliklerin, eve yeni gelecek bir üyeden dolayı yapıldığını anladığında durum hem travmatik hem de istenmeyen birçok olumsuz sonuca yol açabilecek hale gelebilir.

Çocuğunuza bebeğin geliş haberini abartılı bir kutlama yapmadan aynı zamanda durumun kendisi için kaygı verici olabileceğini düşündürtmeden, sakin ve yaşına göre anlaşılabilir bir dille açıklayabilirsiniz. Ailelere burada önerim, bu haberi çocuğunuza geciktirmeden vermenizdir. Komşularınızın, akrabalarınızın bildiği bir müjdeyi, çocuğunuzdan esirgememelisiniz. Bu haberi öğrenmek, sizden sonra en çok çocuğunuzun doğal hakkıdır. Çocuğun durumu daha iyi anlayabilmesi için kendi bebeklik fotoğraflarından destek alabilirsiniz, değişik birçok animasyon videolardan yararlanabilirsiniz. Bu anlatımlar çocuğun belirsizlik içeren bu sürece güven duymasını sağlar.

Çocuğunuzla anne ve babası olarak eskisi kadar çok zaman geçirin, çocuğunuzla olan rutinlerinizi bozmamaya özen gösterin. Örneğin eskiden hafta sonu babasıyla parka gidiyorduysa, yine hafta sonu babasıyla parka gitmesinden mahrum kalmamalı. Belki önceden bunu herhangi bir sebeple unuttuğunuz için kendisini değersiz hissedebilirdi ancak artık yeni bir kardeşin size kendisini unutturduğunu düşünebileceğinden, bu süreçte anne ve baba oldukça dikkatli olmalıdır. Bu gibi durumlar çocuğunuzda kardeş kıskançlığı temellerini oluşturabilir.

Anne ve babalar yeni doğan çocuklarının telaşına ve hassasiyetine fazlasıyla kapılıp diğer çocuklarının bazı önemli ihtiyaçlarını gözden kaçırabiliyorlar. Yeni bebeğin doğumuyla birlikte diğer çocuğunuz artık eskisinden çok daha hassas ve duyarlı bir hale gelebilir. Bu süreçte anne bebekle ilgilenirken, baba diğer çocuğun isteklerini ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışmalı veya baba, bebekle ilgilenirken anne, çocuğunun yine eskisi gibi her zaman yanında olduğunu hissetmesini sağlamalı.

Çocuğunuzun bebeğe alışmasını beklemeye sabrınız olmalı, bu dönemlerde bebeğinizi severken abartıya kaçmamalı ve olabildiğince çocuğunuzun gözü önünde bebeğinizle abartılı temas kurmamaya özen göstermelisiniz. Ancak durumun çocuktan saklı tutulması gereken bir durum olduğunu hissettirmemelisiniz. Ayrıca bebeğinizin ihtiyaçlarını da geri plana hiçbir zaman için atmamalısınız.

Tüm bunların yanında eğer çocuğunuzda duygu ve davranış değişiklikleri gözlemliyorsanız hem doğum öncesi dönemde hem de doğum süreci ve sonrası dönemde çocuğunuz için bir uzmandan destek alabilirsiniz.