Makaleler

Boşanma Sonrası Çocuğa Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?

Boşanma Sonrası Çocuğa Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?

Günümüzde yaşanan boşanma davaları ve ayrılıklar, hem çocuklar hem de bireyler için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu sorunlar ise kişilerin hayatlarında meydana gelen değişikliklerden var olur. Boşanmaların yaşanması ile beraber anne ve babaların arasında geçecek olan diyaloglar, çocukların yaşantısına da direkt olarak etkide bulunur. Eğer var olan diyaloglar olumlu bir seviyede ilerliyor ise çocuk üzerinde de bu süreç olumlu ilerler. Fakat kişiler arasında bu ilişki şiddetli kavgalar ile geçiyor ve olumsuz bir düzeyde seyrediyorsa, ne yazık ki çocuklar üzerinde bırakacağı etkiler de bu yönde olup olumsuz bir şekilde var olur. Çocukların hem annesi hem de babası ile yaşayacak olduğu güzel ilişki, o çocuğun çok daha sağlıklı bir psikolojik düzeye sahip olmasını sağlar. İzmir pedagog, tüm bu süreçler içerisinde profesyonel destek sağlayan bir pedagogdur. İhtiyaçlarınız için pedagog İzmir ile iletişime geçebilir ve çok daha sağlıklı bir sürece sahip olabilirsiniz.

Boşanmaların Çocuk Üzerinde Görülen Etkileri

Anne ve baba arasında yaşanan boşanma davaları, her yaştan çocuk için aynı etkiyi hissettirmez. Bunun sebebi ise, farklı yaş diliminde yer alan çocukların boşanma davalarını çok daha farklı anlamlar ile düşünmeleridir.

Buna bir örnek vermek gerekirse eğer; henüz okula gitmeyen bir çocuk, boşanmanın ne olduğunu bilmediği için herhangi bir anlam yüklemeyecektir. Boşanma sonrasında olumsuz durumlar görüleceği gibi kaygı içerisinde bulunan ebeveynler görülmektedir. Eğer boşanma sonrasında doğru bir yaklaşım izlenirse, bu olumsuz durumlar da görülmeyecektir.

Boşanma davasının gerçekleşmesi ile beraber, ebeveynlerin çocuklarını ihmal etmemesi gerekir. Bu durum, koruyucu nitelik olarak çocuk üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve çocuğun ihtiyacı olan tüm duygu aktarımına sahip olmasını sağlar. Bunun yanında, yine farklı önlemler alınarak çocuğun olumlu durumu korunabilir. Bu önlemleri şu şekilde belirtebiliriz:

  • Ebeveynlerin arasındaki kavgaların minimum düzeyde yer alması ya da çocuğa hissettirilmemesi
  • Çocuğun sosyal düzeyde bir desteğe sahip olması
  • Boşanmalar yaşanmadan önce çocuğun bu boşanmaya psikolojik olarak hazırlıklı hale getirilmesi

Bu gibi faktörler dahilinde çocuklar, çok daha iyi bir boşanma sonrası psikolojik etki deneyimi yaşayacaktır. Tüm zorlukların üstesinden rahatça gelen çocuk, boşanma sonrasındaki yaşamı ile de uyumlu bir hal alır. İzmir çocuk pedagog, çocukların bu durumlar sırasında nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda yardımcı olan bir pedagogdur. Profesyonel düzeyde bir psikolojik destekte bulunan çocuk pedagog İzmir, tüm süreç dahilinde yanınızda bulunacak ve sürecin en iyi şekilde tamamlanmasını sağlayacaktır.

Boşanma Sonrası Koruyucu ve Risk Faktörleri

Boşanmalar sonrasında görülen birkaç risk faktörü vardır. Bu risk faktörlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Boşanan anne ve babanın arasında yaşanan şiddetli çatışmalar
  • Boşanma sonrasında görülen ekonomik zorluklar
  • Çocuğun velayetini alan kişinin yeni yaşamında uyumsuzluk yaşaması ve zorluklar ile karşılaşması

Tüm bu faktörler, boşanma sonrasında görülebilecek olan risk faktörleridir. Kişilerin bu aşamada yapması gereken ise tüm risk faktörlerini minimum düzeye indirmesi ve koruyucu niteliğe sahip olan faktörleri artırmasıdır. Bunların yanında, boşanma sonrasında var olan durumları çocuğa doğru bir şekilde aktarmak da yine bu risk ve koruyucu faktörleri belirlemektedir.

Çocuklar, boşanma durumları var olmadan önce anne ve babasını her zaman beraber görmüştür. Boşanmanın gerçekleşmesi sonrasında da çocuğun ebeveynlerini beraber görmeyi istemesi, sürecin en normal isteklerindendir. Bu süreç, saygı ile bakılması gereken bir süreçtir. Koruyucu faktörler dahilinde sürecin içerisine dahil olmak ve tüm boşanma durumlarını alıştırarak anlatmak gerekir. Bu durum, çocuğun zarar almaması için önemlidir.

Aile terapisti İzmir, tüm süreç içerisinde yanınızda olan ve size akıl danışmanlığı yapan bir kliniktir. İzmir aile terapisti sayesinde çok daha akıllı bir sürece sahip olabilirsiniz.

Boşanma ile Beraber Çocuğa Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?

Boşanmaların gerçekleşmesi ile beraber, ebeveynler çocuklarına karşı yine olumlu bir yaklaşım izlemelidir. Bu yaklaşımların nasıl olduğu, çocuğun güvensizlik ve kaygı gibi durumları yaşayıp yaşamayacağının da belirleyicisidir. Eğer iyi bir yaklaşım ile hareket edilirse, çocuğun hayatında bu gibi olumsuz durumların görülmesi riski de minimuma indirilir. Ebeveynler, çocukların kafasındaki düşünceleri önemsemeli ve onları rahat hissettirerek tüm duygu ve düşüncelerini dile getirmesini sağlamalıdır.

Meydana gelen boşanmalar ile beraber, çocukların kafasında nasıl bir hayat yaşayacağına dair düşünceler meydana gelir. Bu durum ise kaygı bozukluklarının ve aşırı stresin oluşmasına sebep olmaktadır. Kaygı bozuklu gibi sorunların meydana gelmemesi için ebeveynlerin çocuklarına karşı ilgili olması ve çocukların beklemiş olduğu cevapları vermesi gerekir. Çocukları bu süreç hakkında bilgilendirmek, en önemli faktörlerden birisidir.

Boşanmalar sonrasında çocuklar üzerinde bulunan karar verme yetkileri, çocuklar arasında zorlayıcı bir durum olarak görülerek olumsuz bir şekilde karşılanabilir. Bu olumsuz yaklaşım ise beraberinde kararsızlık yaşayan bir çocuk getirir. Bu sebepten dolayı da ebeveynlerin doğru bir gelişim dönemi planlaması yapması gerekmektedir. Boşanmaların meydana gelmesi ile beraber her iki ebeveynde çocukların ihtiyaçlarına cevap vermeli ve bu ihtiyaçlara göre hareket etmelidir.

Boşanmaların gerçekleşmesi ile beraber ebeveynlerin sorumluluklarını unutmaması gerekir. Bu sorumluluklar dahilinde yine çatışmalar yaşanabilmektedir. Bu fikir ayrılıkları konusunda çocuğa danışılarak fikri alınabilir. Ancak bu durumlar içerisinde çocuğun uygun bir gelişim döneminde olmasına dikkat edilmesi gerekir. Bu işlemler yapılırken çocuk ve ebeveynler arasında herhangi bir laf taşıma durumu olmamalıdır. Bu durumlar, direkt olarak çocuğun ebeveynlere karşı öfke hissetmesine sebep olmaktadır.

Aile terapisi İzmir, boşanmaların gerçekleşmesi ile beraber çocuklara karşı nasıl bir yaklaşım içinde olunması gerektiğini ailelere anlatmaktadır. Bu sürecin çocuklar üzerinde büyük bir etkisi bulunur. Bu sebepten dolayı da aileler İzmir aile terapisi ile hareket etmeli ve bu süreç içerisinde yalnız kalmamalıdır.

İzmir çocuk psikoloğu, süreç içerisinde çocuğun tüm ruh halini anlayabilecek bir düzeydedir. Hangi durumlarda nasıl hareket etmek gerektiği ve çocuğa nasıl bir yaklaşımda bulunması ile alakalı ailelere fikirler verecek ve bu sayede çok daha sağlıklı bir boşanma sonrası sürecin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Çocuk psikoloğu İzmir ile konuşarak, çok daha olumlu bir seyir izleyen boşanma süreçlerine sahip olmayı unutmayın.

Bağlanma Sorunu Nedir? Bağlanma Sorunu Nasıl Çözülür?

Bağlanma Sorunu Nedir? Bağlanma Sorunu Nasıl Çözülür?

Bir insanın başka bir insan ile duygusal ve fiziksel bağlılık içerisinde olması, bağlanma teorisinin ana açıklamasıdır. Bu teori kapsamında yapılan araştırmalar, kişilere ait olan gelişimi ve büyümeyi de araştırır. Bunlar, güvenlik duygularının var olması için önemli ayrıntılardır.

Dünya üzerinde gerçekleşen ilk bağlanma aşamaları, doğum yapan anne ve çocuk arasında gerçekleşir. Bu bağlanma üzerinde gerçekleşen olaylar, insanların tüm hayatları boyunca var olacak olgulara cevap verme şeklinin de belirlenmesinde ana etkendir. İncelenen bağlanma aşamaları, insanları birçok faktör üzerinde etkilemektedir. Fakat bunların arasında en etkili olanı ise, yetişkinlik dönemleri içerisinde gerçekleşen bağlanmalardır. İzmir psikolog, bu aşamalar üzerinde profesyonel olan bir psikologdur.

Bağlanma Çeşitleri

Bağlanmalar, genel olarak 4 farklı çeşit üzerinde meydana gelir. Bunları şu şekilde tanımlayabiliriz:

  • Güvenli Bağlanma:

Güvenli bağlanmalar, kişilere ait benlik hissiyatını geliştiren türden bağlanmalardır. Bunlar, bebeklerin, dışarıda var olan dünyayı benimsemesini sağlar. Yaşanılan herhangi bir olumsuz durum sonrasında bebekler, onları koruyacak ve kollayacak olan kişileri arar.

  • Kaçıngan Bağlanma:

Bu bağlanmalar, bakıcıların duygusal olarak yeterli ilgiyi verememesi ile oluşur. Duygusal olarak ilgi verememe sonucunda ise bebeklerin çok daha utangaç olduğu ve hislerini sakladığı görülür.

  • Kararsız Bağlanma:

Kararsız bağlanmalar, bakıcıların vermiş olduğu ilgiyi bebeğin olumsuz algılaması sonucunda oluşur. Bebekler bu ilginin güvensiz olduğunu hisseder. Kişilere güven duygusunda azalmalar olur ve yaşanan ikilemler sonucunda ise kararsızlıklar meydana gelir.

  • Karışık Bağlanma:

Karışık bağlanma içerisinde bakımı veren kişiler, bakım alanların ihtiyaçlarına yönelik hareketlerde bulunmazlar. Bu sebepten dolayı da büyük bir duygu eksikliği yaşanır. Bununla beraber korkuların da yaşanabildiği görülmektedir.

Bağlanma Sorunu

İlişkiler içerisinde meydana gelen travmalar, kişilerin güven duyduğu kişiler tarafından ihmal edilmeleri ya da bedensel, zihinsel şiddete uğramaları gibi faktörler dahilinde bağlanma sorunlarını meydana getirir. Diğer kişilere nazaran sürekli kaygılı olmak, kişiliklerinde bozukluklar var olmak ve depresif bir ruh haline bürünmek, kişilerin gelecekte de bağlanma sorunları ile karşılaşmalarına sebep olur. Bunun yanında aile yapısının bozuk olması, bu travmaların meydana gelmesinde de büyük bir etkendir.

Günümüzde birçok kişi bağlanma sorunu yaşamaktadır. Özellikle de yetişkinler, bu soruna sahip olmaları ile beraber herhangi bir ilişkide mutlu olamayacağını, kendilerine ve yaşantılarına dair olumlu düşüncelere sahip olamayacağını ve zihinsel olarak sağlıklı bir deneyime giremeyeceğini düşünür. Yetişkinlerde meydana gelen bu sorunların temeli olarak çok daha küçük yaşlarda meydana gelen sorunlar ele alınabilir. İnsanların en önemli ihtiyaçlarından olan güvenme ve korunma duyguları, kişilere küçük yaşlardan beri verilmediği sürece bu bağlanma sorunlarının meydana gelebilmesi de büyük bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.

Yetişkinlerin çok daha erken yaşlarda yaşamış olduğu ilişki nedenli travmalar, işlevsel olmayan düşüncelerin var olmasına ve psikopatolojik durumların oluşmasına neden olur. Bu sebepten dolayı da psikolog İzmir gibi yardımcı psikologların bu kişileri tedavi etmesi gerekir.

Yetişkinler Üzerinde Bağlanma Sorunlarının Var Olmasına Dair Riskler

Zayıf uyumlanma olarak bilinen uyumlanmalar, genel olarak yetişkinler üzerindeki bağlanma sorunlarından dolayı kaynaklanır. Bu sorunun var olması ile beraber özgüven düşüklüğü, iyi bir yaşam sürememe ve kendisini yeterli bulamama gibi sorunların da ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Bu problemler, ilişkisel travmalar yaşanması ile çok daha fazla hissedilir.

Yaşanan bağlanma sorunları ile beraber kişiler üzerinde gözlemlenen en net sorun başka insanlar ile kurulan ilişkilerdir. Kişinin yaşama başlaması ile beraber temas kurduğu ilk bağlanmalar, tüm hayatı boyunca kuracağı bağlanmalar ile direkt olarak etkilidir. Dünyaya gelen bebekler, onlarla ilgilenen bakıcılar ile olması gerektiği gibi bir bağ kuramaz ise, gelecekte yaşanacak olan romantik ya da sosyal ilişkilerinde de yeterli düzeyde bağ kuramaz.

Bağlanma Sorunu Yaşandığına Dair Belirtiler

Bağlanma sorunu yaşayan insanların, bunun yanında farklı psikolojik sorunlar da yaşadığı görülmektedir. Bunlar depresyon, kaygı bozuklu ve kişilik bozukluğu gibi sorunlardır.

Yetişkinlerde bağlanma sorunlarının var olduğuna dair bazı belirtiler şu şekildedir:

  • Kişiler ile bağlantı kurmak istememe ve kaçınma
  • Sevgi göstermekte zorlanma
  • İzole durumda hissetme
  • İnsanlar ile herhangi bir ilişki kurmakta zorlanma ve çekinme
  • Kontrol etme konusunda sorunlar yaşama
  • Çok fazla ihtiyaç duymasına rağmen herhangi bir sevgiyi kabul etmeme
  • Kendisini daima güvensiz hissetme
  • Dürtüsellik
  • Yalnız hissetme
  • Öfke konusunda sorunlar yaşama
  • Duyguları tam anlamı ile hissedememe
  • Aidiyetlik duygusuna sahip olmama

Bu gibi semptomları yaşayan bireyler, bağlanma sorunu yaşayabilme ihtimaline sahip olan bireylerdir. Alsancak psikolog, bağlanma sorunları konusunda sizler için profesyonel bir tedavi sunmaktadır. Belirtiler sonrasında muayene olmak için bu adres ile iletişime geçebilirsiniz.

Bağlanma Sorunu Nasıl Çözülür?

Bağlanma sorunu, kişiler üzerinde meydana geldiği andan itibaren büyük bir ümitsizlik, yorgunluk ve mutsuzluk hissettirir. Fakat bu sorunların çözümüzü, günümüzde mümkün hale gelmiştir. Sunulan çözümler sayesinde tüm hayatınız boyunca bu bağlanma sorunları ile yaşamak zorunda kalmayacaksınız.

Kişilerin sorun yaşamasına genel olarak ilişkiler sebep olur. Bu olumsuz ilişkilerin iyileşebilmesi için yine bir ilişki kurulmalı ve bu sefer iyi bir sonuç alınmalıdır. Tüm terapi boyunca kuracağınız sağlıklı ilişkiler, bağlanma aşamalarında da farklılıklara gitmenizi sağlayacaktır.

İzmir psikolog, bağlanma sorunlarının çözümlerine dair profesyonel bir tedavi sunar. Alanında yetkin olan psikologlar, uyguladıkları tedavi yöntemleri ile kısa sürede büyük bir verimlilik alınmasını sağlamaktadır.

Bağlanma Sorunu Tedavisi

Bağlanma sorunu ve daha birçok sorun için tedavi sunan İzmir psikolog, fiyat olarak da ekonomik bir ödeme yöntemi sunar. İzmir psikolog fiyatları, tamamen kişilerin bütçelerine göre oluşturulmaktadır. Bu sayede bütçenizi aşmadan tedavi olabilir ve psikolojik olarak yaşadığınız sorunlarınızdan kurtulabilirsiniz. Bunların tamamı artık mümkün ve çok basit yöntemler ile var oluyor.

Tüm gününüzü hatta  yaşantınızı mahveden bağlanma sorunları, tedavi edilmediği sürece tamamen olumsuz bir hayat yaşamanıza sebep olmaktadır. Eğitimini almış psikologlar ile yapılan tedaviler ise büyük bir etki göstererek kişilerin çok daha pozitif hareket etmesini sağlar. Sizler de Psikolog İzmir ile iletişime geçerek bu konu hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.

göç psikoloji

Göçmen Psikolojisi | Göçmenlik Sürecinde Kayıp ve Yas

Göçmen psikolojisi üzerine yazılan pek çok yazıda, göç etmiş kişilerin depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlar yaşama ihtimallerinin oldukça yüksek olduğundan bahsedilir. Kendi vatanını bırakarak, ‘bilinmez’ bir diyarda hayat kurma mücadelesi vermek, insan yaşamında karşılaşılabilecek en zorlayıcı durumlardan biridir. Göçmenlik psikolojisini etkileyen bir çok durum vardır. Bunlardan en başta geleni göç etme nedenleridir. Zorunlu olarak ülkesini terk etmiş olan kişiler elbette çok daha ağır yaralar almaktadır. Ancak kendi isteğiyle başka bir ülkede hayat kurmak üzere göç etmiş kişilerin de bir çok psikolojik sorun yaşadığını söylemeliyiz.

Göç sürecinde en zorlayıcı meselelerden biri kayıp duygusu ile nasıl baş edileceğidir. Göçmeler göç sonrasında, tanımadıkları, aşina olmadıkları yabancı bir ortama girmekte ve büyük bir yalnızlık duygusu yaşamaktadırlar. Bununla birlikte göç edilen ülkede, göçmenlerin yaşadıkları reddedilme, ikinci sınıf vatandaş olarak görülme, dışlanma gibi durumlar göçmenlerin psikolojisini son derece olumsuz etkileyen durumlardandır.

Göçmen adeta ruhunun bir bölümünü anavatanında bırakarak oradan ayrılmıştır. Göçmenler çoğu kez tanımlayamadıkları bu kaybın yasını tutarlar. Bu nedenle göçmenlik yası adını verebileceğimiz bir yas süreci yaşanır. Göç ve göç sonrası yaşanan yas süreci son zamanlarda daha önemli kavramlar olmuştur ve yaşanan kriz ve yas sürecinin anlaşılması daha da önem kazanmıştır.

Göç sonrası yaşanan yas sürecini açıklamadan önce genel olarak yas kavramının ne olduğunu açıklamakta yarar var.

Yaşamın doğal döngüsü gereği kayıplar mutlaka gerçekleşir ve bu gerçek her birey için kaçınılmazdır. Sevilen birinin, bir ilişkinin, arkadaşın, mesleğin kaybının, geride bırakılan şehrin ve ülkenin ya da kaybedilen sağlığın ardından yas yaşanabilir.

Yas, sevilen birinin veya bir şeyin kaybedilmesi (ölüm, ayrılık vb.) sonrasında yaşanan doğal bir süreçtir. Oldukça zorlayıcı ve streslidir. Yas sürecinde gösterilen tepkiler bireyseldir ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Yas sürecinde bedensel, bilişsel, duygusal ve davranışsal belirtiler görülür. Bu belirtiler şöyledir:

  • Nefes alamama, boğulacakmış gibi olma, her an tetikte olma hali, iştah artması/ azalması, çabuk yorulma gibi fiziksel belirtiler,
  • Şok, üzüntü, öfke, suçluluk, kaygı, korku, yalnızlık, yorgunluk, çaresizlik, isteksizlik, umutsuzluk gibi duygusal belirtiler,
  • İnanmama, dikkat dağınıklığı, hatalı/çarpık düşünceler, unutkanlık, rahatsız edici düşünce/rüya gibi bilişsel belirtiler ve
  • Dikkatsizlik, uyku ve iştah problemleri, alkol veya madde kullanımı, sosyal çevreden veya kaybedileni hatırlatıcı uyaranlardan kaçma gibi davranışsal belirtiler.

Kayıp yaşayan kişi kaybı kabullenip yaşamını yeniden düzenleyene kadar çeşitli aşamalardan geçer. Bu aşamalar şu şekilde gelişir:

  1. Aşama: Şok ve Uyuşma: Kaybın/ölümün olduğu/öğrenildiği ilk anda yaşanır. Kişi kısa süreli hissizlik yaşanır.
  2. Aşama: İnkar/ İnanmama: Kişi ölümü/kaybı reddeder ve bir süre hiçbir şey olmamış gibi davranabilir.
  3. Aşama: Arzu Etme: Kaybedilen kişinin ve şeyin geri gelmesi beklenir ve arzulanır. “Neden benim başıma geldi?” sorgulamasıyla birlikte bu aşamaya öfke ve yalnızlık duyguları da eşlik etmektedir.
  4. Aşama: Çaresizlik: Kişi kaybı önleyemediği için ya da kaybedilen kişiyi veya şeyleri geri getirmeye yönelik elinden bir şey gelmediği için çaresizlik hisseder. Çaresizlik hissi ile birlikte kişi iş ve sosyal yaşamında sorunlar yaşayabilir.
  5. Kabullenme ve Hayatı Yeniden Düzenleme: Ölüm/kayıp gerçeği bu aşamada kabullenilir. Yas tepkilerinin yoğunluğunda azalmalar görülür. Kişi kayıp öncesi yaşamına adapte olmaya başlar. Ve artık yeni bir gerçeklik inşa eder. Kayıp öncesinden farklı bir yaşam kurar.

Tüm bu aşamaların yukarıdaki sıralamayla gerçekleşmesi gerekmez. Aşamaların sırasında değişiklikler görülebilir.

Normal yas süreci genelde 6-12 ay kadar sürer ve zaman içinde hafifler. Bir yıldan daha uzun dönemde bu durumların devam etmesi patolojik yasın belirtisi olabilir.

Patolojik yas; genel olarak yas tepkilerinde gecikme veya uzama durumunda ortaya çıkar. Uyku ve iştahta bozulmalar görülebilir. Kaybedilen kişi veya durum ile ilgili yoğun düşünceler, üzüntü ve umutsuzluk duygularıyla baş etmede sıkıntı yaşanır. Patolojik yas sürecinde olan kişi, ölen kişi ölmemiş gibi davranabilir, kayıp yaşanmamış gibi davranabilir. Bazen de yaşadığı acılara son vermek için intihar düşünceleri akla gelebilir. Yas sürecinin patolojik bir hal aldığı durumlarda mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır.

Göçmenlerin Kayıp Duygusu ve Yas Süreci

İnsanlık tarihinin başından bu yana yer değiştirme hareketleri söz konusu olmuştur. İlk zamanlarda göç olayları daha çok açlık, savaş, kıtlık, hastalıklar gibi sorunlardan doğarken günümüzde bu nedenler yerini kültürel, siyasi, ekonomik, eğitim gibi nedenlere bırakmıştır. Göçü; kişilerin yaşamakta olduğu topraklardan, sosyal yapıdan, ekonomik imkanlardan uzaklaşarak veya uzaklaştırılarak yeni yaşam alanlarına kapı açması olarak tanımlayabiliriz. Karmaşık bir yapı olarak değerlendirilen göç olgusu, yapılan farklı tanımlamalarla da açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu karmaşık yapı içerisinde göç; bireysel, toplu ve kitlesel göç; isteğe bağlı ve zorunlu göç; devamlı ve kesin göç olarak çeşitlendirilmektedir. Uluslararası göçün genel ayrımı ise şu şekilde yapılmaktadır. Sürekli yerleşenler, süreli sözleşmeli işçiler, süreli profesyonel çalışanlar, sığınmacılar ve mülteciler.

Göç yaşamış kişilerde yas sürecinde görülen belirtiler görülmektedir. Yas denince akla öncelikle ölüm gelmektedir. Ancak yas yalnızca ölüm sonrası yaşanan bir durum değildir. Göç de büyük bir kayıp süreci anlamına geldiğinden, göçmenlik yasından bahsetmek de mümkündür. Kendi isteğiyle ülkesinden göç etmiş insanlarda dahi, vatan hasreti ve ülkesine çok büyük özlemler görülürken, özellikle zorunlu olarak göç etmiş kişilerde çok daha büyük bir kayıp ve boşluk duygusu görülmektedir. Olağan bir yas sürecinde kaybedilen tek bir kişinin veya durumun acısı çekilirken, göç olgusu söz konusu olduğunda onlarca belki yüzlerce şeyin hasreti çekilmektedir. Normalde fark etmeden yanından geçip gittiğimiz şeyler, bir göçmen için büyük özlemler anlamına gelmektedir. Geride bıraktığı arkadaşları, sevdikleri, evi, eşyaları, işi, sokaklar, caddeler, alışık olduğu iklim, dağlar, ovalar, manzaralar ve daha pek çok şey göçmen için yasını tuttuğu kayıplardır ve üstelik göçmen tüm bu kayıpların acısıyla aynı anda baş etmek zorundadır.

Ne yazık ki ülkesinden zorunlu olarak ayrılmış olan yüzbinlerce kişi için, bulunduğu ülkeye alışmanın zorlukları da oldukça sıkıntılı bir süreçtir. O ülkenin dili, kültürü, sosyal şartlar göçmen için tamamen yabancıdır. Göçmen ilk dönemin şokunu atlattıktan sonra, her şeyini kaybettiğini hissedebilir, adeta zaman durmuş, hayat bitmiş gibi hissedebilir. Kendisini bulunduğu ülkenin insanlarından çok uzak hissedebilir. Onlarla aynı hayatı yaşamıyor gibi hissedebilir. O ülkededir ancak o ülkenin kaderini yaşamıyordur adeta. Sanki sadece hayatta kalmaya çalışır gibidir. Gerçek bir yaşamı yokmuş gibi hisseder. Gerçek hayatını geride bıraktığını ve bir daha asla eskisi gibi olamayacağını düşünebilir. Geçmişini ve kendi ülkesindeki hayatını hüzünle hatırlar. Tüm bu zorluklardan dolayı göçmen sürekli olarak kaygılı, tedirgin ve gergin hissedebilir. Zorunlu olarak göç etmiş kişilerde depresyon ve kaygı bozuklukları sık görülmektedir.

Göç olgusunun daha iyi anlaşılması ve göçmenlerin desteklenmesi, günümüz dünyasında çok büyük önem taşımaktadır. Bu konudaki duyarlılığın arttırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu zorlu süreçleri yaşayan kişilere göç sürecine yönelik psikolojik danışmanlığın yanısıra kriz ve yas danışmanlığı da sağlanması yararlı olabilir.

Dr. Hatice Topçu Ersoy

Uzman Psikolog

Çocuklarda Tırnak Yeme

Çocuklar Neden Tırnaklarını Yer?

Çocuklarda Neden Tırnaklarını Yer?

Küçük çocuklar, farklı sebeplerden dolayı sürekli olarak tırnaklarını yiyor olabilmektedir. Bu sebepler meraktan, canının fazlasıyla sıkılıyor oluşundan, var olan stresten, bu hareketi alışkanlık edinmesinden ya da bir başkasını taklit ediyor oluşundan dolayı oluşabilir. Bunun yanında, tırnak yeme durumu gerginlikten kaynaklanan da durumlar arasında yer alır. Eğer çocuğunuz kendisini çok fazla gergin hissediyorsa bu durumlarda tırnaklarını yiyebilmektedir. Bu durumlar dahilinde İzmir pedagog ile iletişime geçebilir ve kısa sürede çözüm için muayene olabilirsiniz.

Tırnak yeme alışkanlığının yanında benzer nitelikte olan alışkanlıklarda vardır. Başparmak emmek, saçları ile oynamak ve dişlerini fazlası ile sıkarak gıcırdatmak bunlardan bazılarıdır. Tırnak yeme ve bu gibi durumlar, çocukluktan sonra da devam ederek yetişkinler arasında da sürekli olarak görülebilir. Ebeveynler genel olarak çocukların gelişim dönemindeki stresli zamanları fark edemedikleri için bu gibi durumların da önüne geçmekte zorlanırlar.

Çocuklarınız gün içerisinde çok fazla olmayacak ve kendisine zarar vermeyecek seviyede tırnaklarını yiyebilmektedir. Bu gibi durumlar genel olarak televizyona bakarken ya da sınav gibi durumlar esnasında olur. Yalnızca bu zaman dilimleri içerisinde tırnaklarını yiyorsa endişelenmenize gerek yoktur. Bu durumlar bir zaman sonra kendiliğinden son bulacak ve sizin de çocuğunuz üzerindeki endişeniz son bulacaktır. Ancak bu son bulma işlemi gerçekleşmez ve çocuğunuzun tırnaklarını yeme süreci farklı zaman dilimlerine de yayılırsa, bu gibi durumlarda hemen bir uzmana danışmalısınız. Pedagog İzmir, bu gibi durumlar dahilinde size yardımcı olabilecek olan en iyi profesyonellerdendir.

Tırnak Yiyen Çocuklar İçin Ne Yapılabilir?

Tırnak yeme durumları sırasında çocuklarınızı dinlemeniz ve neden bu eylemi gerçekleştirdiğini anlamanız gerekir. Uzmanlar bu durumlar esnasında çocuğunuzu fiili olarak durdurmanızın doğru olacağını söylüyor. Ancak bunun yanında çocuğunuzun neden bu eylemi gerçekleştirdiğinin öğrenilmesinin de ne denli bir öneme sahip olduğu belirtilmektedir. Çocuklarınızın bu eylemi neden dolayı yaptığını öğrenemezseniz kesin ve uzun süreli bir çözüm bulamazsınız.

Küçük yaştaki çocuklarınızın bu tırnak yeme eylemini neden yaptığını öğrenmişseniz, bu durumlar ile ilgili onunla konuşabilirsiniz. Bu durumlar genel olarak çocuklar üzerinde büyük etki yaratacak olan durumlardır. Boşanmalar, tartışmalar ve yeni bir okula geçmek gibi faaliyetler bu gibi durumlara örnek olarak gösterilebilir. Çocuk üzerinde tırnak yeme olayının kolay olmadığı bilinir. Bu durumun neden olduğunu öğrenmek için ona birkaç blöf yaparak oyun haline getirebilirsiniz. Örnek olarak, çocuğunuz tırnaklarını yerken “Ben senin neden tırnağını yediğini biliyorum, senin canın derslerine sıkkın” diyerek ondan aslında var olan doğru cevabı vermesini sağlayabilirsiniz. Bu durumda çocuğunuz “Hayır yanlış biliyorsun” diyerek size asıl doğru cevabı verebilmektedir.

Tırnak yeme olayları esnasında, çocuğunuza bağırmak ya da azarlamak herhangi bir fayda sağlamayacaktır. İzmir çocuk pedagog da bu gibi durumları asla tasvip etmez. Çocuklarınıza bu şekilde davranmak onların tırnak yeme alışkanlıklarını asla durdurmayacaktır. Bilinçsiz bir şekilde yapılan bu eylemin net bir şekilde durdurulabilmesi için öncelikle bunun altında yatan nedeni öğrenmeniz ve diyalog ile bir çözüm yolu bulmanız gerekir. Aksi durumda yapılacak olan şeyler asla çocuğa yardımcı olmayacaktır.

Çocuğunuzu bazı durumlarda uyarabilir ve küçük yasaklar koyabilirsiniz. Örnek vermek gerekirse eğer, yemek yerken ya da salon içerisinde otururken tırnakların yenmemesi bunlar için güzel bir seçenek olacaktır. Çocuğunuz bu alanlar içerisinde tırnaklarını yememeye çalışacağı için de aslında bir farkındalık ortaya çıkacaktır. Bu aşama içerisinde dikkat etmeniz gereken tek husus, belli bir süre sabrederek sonrasında bir anda sinirle çocuğunuza karşı kötü bir tavır ortaya koymamanızdır. Bir anda bağırarak bunları dile getirmek, iki taraf içinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Çocuklarınız için ne kadar iyi niyetli düşünürseniz düşünün, onlara karşı bu denli kötü davranışlarınız çocuğun çok daha fazla stresli olmasına ve tırnaklarını çok daha fazla yemesine sebep olacaktır. Bu gibi durumların önüne geçebilmek için ellerini yoğun olarak yıkamasını ve de tırnaklarını sürekli olarak kesmesini önerebilirsiniz. Bu durumlar içerisinde çocuğunuz kendisini bir cezanın ortasında hissetmeyecektir. Bununla beraber, ceza vermediğinizi anlayan çocuklar yardım için yine sizlerle rahatlıkla iletişime geçebilir. Bu da çözüm arayışı içerisinde çok daha güzel bir noktaya gelinmiş olduğunu gösterir.

Okul çevresi, bir çocuğu en çok stresli hissettiği anlardan birisidir. Bu stresli anlardan sonra da genel olarak çocuklar tırnaklarını yerler. Okulda oluşan durumlar ve arkadaşlarının onunla dalga geçiyor oluşu, çocuğunuzun direkt olarak size gelerek yardım istemesine sebep olabilir. Bu gibi durumlar, çocuğunuzun bu alışkanlıktan vazgeçmesi için mükemmel fırsatlardandır. Bunları değerlendirmeli ve yardım için size gelen çocuğunuza farklı çıkış yolları göstermelisiniz. Bu sayede sizleri dinleyecek ve verecek olduğunuz doğru yönlendirmeler sayesinde tırnaklarını yemeyi bırakacaktır. Çocuk pedagog İzmir, bu konularda profesyonel bir hizmeti size sunar. Çocuğunuzun tırnaklarını yemesini bıraktırmak istiyorsanız İzmir çocuk psikoloğu ile irtibata geçmeyi unutmayın. Bilimsel çalışmalara ve deneyimlere dayanan yardımları sayesinde kısa süre içerisinde büyük etkilerin görülebilmesi mümkündür. Bu sayede sizler de kendinizi yalnız hissetmeyecek ve çok daha profesyonel bir yardım ile hareket edebileceksiniz.

Hangi Durumlarda Aileler Endişelenmelidir?

Tırnak yeme işlemleri sırasında, çocukların elleri zarar alıyor ve kanamalar yaşıyor olabilir. Bu gibi durumlar stresin ve başka faktörlerin aşırı şekillerde hissedildiği zamanlardır. Bunların yanında, çocuklar bir diğer aşama olarak uyumakta zorlanma gibi durumlarla da karşılaşabilir. Ebeveynler olarak erken bir önlem almalı ve çocuk psikoloğu İzmir ile görüşerek kısa sürede randevu almalısınız. Profesyonel bir yardım sunan bu hizmet, çocuğunuz için en iyi yolları tercih ederek sizi de bu uğraştan kurtarmış olacaktır.

Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya Nerzova Nedir?

Günümüzde yaşanan kilo kaygıları ile beraber anoreksiya nevroza nedir sorusu da yoğun olarak sorulmakta. Anoreksiya nerzova, sıklıkla yaşanan bir beslenme bozukluğudur. Bu bozukluk kişinin anormal bir şekilde kilo kaybetmesi, normal ağırlığına nazaran bir anda kilo alma hissiyatı ve çarpık şekilde bulunan kilo algısı ile gerçekleşir. Bunun yanında, iştahsızlık ya da anoreksi adları ile de halk arasında bilinmektedir. Bu rahatsızlığa kapılan kişiler, atlatabilmek için gündelik yaşantıları içerisinde yer alan birçok aktiviteyi değiştirmek zorunda kalırlar. Bu da hayatları üzerinde önemli ölçüde farklılıklar yaratır. Sahip olunan bu durumlar, anoreksiya nerzova ne demek sorusunun da karşılığı olan durumlardır.

Anoreksiya nerzova rahatsızlığını yaşayan kişiler, genel olarak yemiş oldukları yemekler üzerinde büyük bir kısıtlamaya giderler. Bu kısıtlamaların onların kilo almasının ya da kilo vermesinin önüne geçeceğine inanmaktadırlar. Bununla beraber, gün içerisinde yemiş oldukları yemekten sonra kusarak yiyeceği atanlar ya da müshil gibi ilaçları kullanarak yine kısa sürede gıdaları dışarıya atanlarda bulunur. Bunlar, bu tür ilaçların yanlış yönde kullanımını ortaya çıkartmaktadır. Anoreksiya nerzova hastalığına yakalanan insanlar için verilen kilolar hiçbir zaman yeterli gelmemektedir. Bu durumlarda kilo almaktan aşırı derecede korktukları için yine sağlıklarına zarar verecek derecede spor egzersizleri de yaparlar.

Anoreksiya Nerzova Belirtileri

Anoreksiya nerzova belirtileri, açlık hissiyatı ile doğrudan bir bağlantı içerisinde olmaktadır. Bu bağlantı içerisinde kişiler gerçek olmayan seviyeler içerisinde kendilerini aşırı kilolu ya da aşırı zayıf hissetmektedir. Bunun sonucunda da kişiler arasında davranışsal bozukluklar ve farklı davranışlar gözlemlenir.

Anoreksiya nerzova hastalığının vücut üzerinde görülen belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Kan değerleri normal seviyelerde değildir
  • Kişilerin dişleri, fazla kusmaktan dolayı aşınarak kötü bir hal almıştır
  • Kişilerin eklemleri, nasıl içeren bir görüntüye bürünür
  • Kilo artışları ya da anlık kilo kayıpları yaşanmaz
  • Aşırı şekilde bulunan baş dönmeleri ve anında gerçekleşen bayılmalar
  • Dehidrasyon
  • Tansiyon değerlerinin düşük seviyede çıkması
  • Kalp ritimlerinin normal seviyeden farklı olarak düzensiz bir şekilde atması
  • Saçlar eskisi gibi olmaz ve incelir ya da kırılır
  • Parmak uçları ve parmaklar mavi bir renge bürünür
  • Soğuk algınlığı

Anoreksiya nerzova hastalığı, vücut üzerinde belirtiler gösterebildiği gibi aynı zamanda da davranışsal olarak da belirtiler göstermektedir. Bu davranışsal ve duygusal belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Aç olsalar dahi kabul etmemeleri ve yemek yememeleri
  • Yanında birileri varken yemek yemeyi reddetmek
  • Eskisi gibi bir cinsel hayata sahip olmamaları
  • Duyguları yokmuş gibi bir hale bürünme
  • Kilosunu belli etmemek için fazla giysiler giymek
  • Gün içerisinde sıklıkla tartılmak
  • Yediği yemek miktarı hakkında sürekli olarak yalan söylemek
  • Sinirli bir yapıya sahip olmak
  • Uykusuz olmak

Bu gibi davranışsal, anoreksiya nerzova hastalığına sahip olunan kişilerde rastlanılan duygusal belirtilerdir.

Anoreksiya Nerzova Nedenleri

Anoreksiya nerzova nedenleri, kesin olarak tanımlanan bir nedene sahip olmamaktadır. Günümüzde bilim insanları, bu hastalığa çevresel etkenlerin neden olabileceğini düşünmektedir. Bunun yanında, düşünülen bir diğer neden ise genetik olarak bu rahatsızlığın bireylere aktarılabileceğidir. Bu hastalığa yakalanmış olan bireyler, mükemmeliyetçilik ve duyarlılık gibi duygulara da sahiptir. Eğer bir kişinin ailesi içerisinde bu hastalığa yakalanan bir birey varsa, o kişinin de bu hastalığa yakalanacağı düşünülmektedir.

Günümüzde insanların zayıf olma algısı ile güzellik algısını birbirleri ile bağlantılı tuttuğunu görmekteyiz. Bu zaman diliminde yakalanan başarıların insanlar için çok fazla bir değeri yoktur. Bunun yanında, kendi yaşıtları arasında yer alan güzel vücut görüntüleri de kişileri yine baskılayan bir başka etmendir.

Yaşanılan aile bireylerini kaybetme ya da farklı bir şok durumu da kişilerin yine bu hastalığa yakalanmasına sebep olabilmektedir. Bu gibi etmenler, anoreksiya nerzova özellikleri arasında yer alır.

Anoreksiya Nerzova Tedavisi

Anoreksiya nerzova tedavisi, farklı aşamalardan oluşmaktadır. Kişinin kendi başına başarabileceği bir tedavi şekli olmadığı gibi herhangi bir müdahale olmadan da ne yazık ki kişinin düzelme imkanı bulunmamaktadır. Anoreksiya nerzova hastalığına sahip olan bireylerin, bazı alanlar üzerinde uzman kişiler ile hareket etmesi gerekir. Bu alanları ve uzmanları şu şekilde belirtebiliriz:

  • Kilo alımı ya da verimi konusunda kişiye yardımcı olabilecek ve tıbbi bakım ihtiyaçlarını karşılayacak uzman bir doktora ihtiyaç vardır.
  • Akıl sağlığı konusunda bireye yardımcı olacak ve tedavinin tamamında davranışsal stratejiler oluşturabilecek bir uzmana ihtiyaç duyulur. İzmir psikolog, bu alanda sizlere yardımcı olabilmektedir.
  • Bir diyetisyen, düzenli ve olması gerektiği gibi bir yemek planlaması yaparak kişilerin hayatını düzene sokabilir. Bu sebepten dolayı da bu planı hazırlayacak bir diyetisyene ve bunların kontrolünü sağlayacak olan bir yakına ihtiyaç duyulur.

Bu gibi durumlar sağlandığı sürece kişilerin tedavi edilebilme şansı çok daha fazladır. Bu koşullar dahilinde kişilerin hastaneye yatırılması ve çeşitli düzeylerde psikoterapi alması da gerekebilir. Bu gibi etkenler, kişilerin çok daha iyi bir duruma sahip olması için gereklidir.

Kalp ritmi tarzında yüksek risk barındıran rahatsızlıklar sahip olan hastalar, bu gibi durumlar çerçevesinde direkt olarak hastaneye yatırılarak tedavi altına alınmalıdır. Bu sebeple de farklı durumlarda bulunan hastalar için tedavi şekilleri de farklı şekillerde oluşmaktadır.

Günümüzde kişilerin birçoğu anoreksiya nerzova ve bulimia nerzova arasındaki fark konusunda yanlış bilgiye sahiptir. Anoreksiya nerzova rahatsızlığı, kişilerin yemek yeme konusunda kendilerini kısıtlamaya götürmesi iken bulimia nerzova hastalığı, kişilerin yemek yedikten sonra yediklerini tamamı ile kusmasıdır. Bu sebepten dolayı bu iki hastalık arasındaki farkın iyi anlaşılması ve tedavinin buna göre belirlenmesi gerekir.

İzmir Psikolog Fiyatları

İzmir psikolog fiyatları, çok uygun fiyatlar dahilinde oluşturulmaktadır. Kişiler, yaşamış oldukları anoreksiya nerzova hastalıklarında da psikolojik bir destek almak için ekonomik fiyatlar ile İzmir psikolog ile irtibata geçerek yardım alabilmektedir. Sizler de bu rahatsızlıktan ya da farklı bir durumdan şikayetçiyseniz iletişim numaraları üzerinden irtibata geçmeyi unutmayın.

izmir psikolog

Doğum Sonrası Sendrom – Lohusa Depresyonu Nedir?

Lohusa Depresyonu – Annelik Hüznü Nedir?

Lohusa dönemi, bir kadının doğum yaptıktan sonra yaşadığı yaklaşık 6 hafta süren bir dönemdir.Gebelik dönemi, bir anne için doğum ve doğum sonrası dönemde (lohusalık dönemi) oldukça önemli bir dönemdir.

Bebek sahibi olmak mutluluk,heyecan ve sevinç duygularını yaşatırken aynı zamanda bazı anneler için ebeveyn olmanın verdiği telaşa,endişeye ve korkuya sebep olur. Bu gibi durumlarda yeni bebek sahibi olmuş anneler, “annelik hüznü” diye adlandırılan lohusa sendromunu yaşarlar. Doğum sonrası depresyon, yeni anne olmuş kadınların yaklaşık olarak %70’inde görülmektedir.

Lohusa Sendromu (Annelik Hüznü) Nedir?

“Lohusa sendromu nedir?” sorusunun cevabı, özellikle yeni anne olmuş birçok kadın tarafından merak edilmektedir. Lohusa depresyonu, annede oluşan fizyolojik değişiklikten ziyade, yeni bir canlı dünyaya getirmenin verdiği rol ve sorumluluk,yaşam düzeninin değişmesi veya ebeveyn olmanın getirdiği kısıtlanmalardan dolayı, annenin doğum sonrası ilk iki haftadaki süreçte yaşadığı duygu değişimleridir.

Bu duygu değişimlerini yaşan anneler, doğum sonrasındaki süreçte kendisini genellikle korku,hüzün veya endişe içinde hissetmektedir.

Uyku yoksunluğu, duygusal kargaşa, “ya bebeğime bakamazsam ve ya yetemezsem” gibi korkular her annede aynı etkiyi yaratmamaktadır. Kimi anne bu durumun normal olduğunu düşünerek atlatırken, kimi anne ise kendini mutsuz hisseder ve depresyona girer. Bu doğum sonrasında hissdilen hüzün ve depresyon hali, lohusa depresyonu ya da bir diğer adıyla annelik hüznü olarak adlandırılmaktadır.

Lohusa Sendromu Nedenleri Nelerdir?

Lohusa sendromu ya da annelik hüznü, yeni doğum yapmış her kadını etkileyebilir. Fakat araştırmalarında bize gösterdiği gibi bu doğum sonrasında ki depresyon durumundan, bazı kadınlar buna daha yatkın olduğu için oldukça fazla etkilemektedir.

Daha önceden kendisi depresyon geçirmiş kadınlar veya akrabaları arasından daha önceden depresyon geçirmiş insanlar varsa, bu durum kadını daha yatkın hale getirebilir. Sadece geçmişinde depresyon olması değil aynı zaman da antidepresan kullanıp gebelik sırasında ilacı bırakan kadınlar da daha fazla risk altındadırlar.

Gebelik esnasında depresyon veya anksiyete belirtileri olan kadınların, doğum sonrasındaki süreçte depresyon geçirme olasılığı daha fazladır. Bu yüzden, gebelik sırasında mutsuzlukluk,kaygı,depresif ruh hali,huzursuzluk gibi belirtiler gösteren kadınların mutlaka bir uzmana görülmeleri gerekmektedir.

Lohusa depresyonunun bunlar dışında da birçok sebebi vardır. Bu sebepler;

  • Evlilikte eş ile yaşanan sıkıntılı süreç ve zorluklar
  • Ekonomik sorunlar
  • Östrojen ve progesteron başta olmak üzere hamilelikte yükselen gebelik hormon seviyelerinin doğum sonrasında aniden düşmesine bağlı olarak duygusal dalgalanmalar yaratması
  • Anneliğe hazır olmamak (bireysel kimliliğini yeterince pekiştirememiş, genç ve ergen anneler)
  • Stresli bir ortam (ev,iş,yaşam koşulları)
  • Geçmişten gelen travmatik olaylar
  • İstenmeyen gebelik

Eğer siz veya çevrenizde yukarıda belirtildiği gibi belirtilen gösteren birisi varsa ve izmir psikolog arayışındaysanız, bizimle iletişime geçmeyi ihmal etmeyin.

Lohusa Sendromu Belirtileri Nelerdir?

Lohusa depresyonu belirtileri, genel olarak doğumdan sonraki ilk 10 gün içinde hafif semptomlar ile kendini göstermektedir. Bu belirtiler hafif oldukları ve 2 hafta içinde azalarak kayboldukları için mühadele gerekmeyebilir. Fakat, özellikle geçmişte depresyon geçirmiş veya duygu durum bozukluğu olan annelerde 2 haftadan sonrasında da devam ediyor ise mutlaka bir uzman tarafından destek alınmalıdır.

Lohuse sendromu belirtileri, genel olarak tüm annelerde uykusuzluk,duygusallık ve halsizlik olarak kendini belli eder.Fakat bunların yanında da lohusa sendromu belirtileri oldukça fazladır. Lohusa sendromu yaşayan annelerde kendini gösteren semptomlar şunlardır;

  • Çaresizlik hissi
  • Dikkat ve konsantrasyon eksikliği
  • Uyku bozuklukları
  • Kendini değersiz hissetme
  • Anksiyete ve depresif duygu durumu
  • Bebeğe karşı ilgi,şefkat ve duygu eksikliği
  • Kaygı
  • Ağlama nöbetleri
  • Aşırı duygusallık
  • Hayattan keyif almama
  • Yorgunluk
  • İştahsızlık
  • Öfke,sinir ve huzursuzluk duygularını hissetme

 

Doğum Psikozu ile Lohusalık Sendromu Arasındaki Farklılıklar Nelerdir?

Doğum psikozu yani bir diğer adıyla postpartum psikoz, doğum sonrası dönemde ortaya çıkan psikiyatrik bozuklukların en şiddetli olanıdır.Başlangıcı genellikle doğumdan 2 hafta sonradır.

Doğum sonrası psikozu, lohusa depresyonunun daha ağır bir halidir. Lohusa depresyonunun yaygın belirtileri ağlama krizleri,mutsuzluk,yorgunluk,unutkanlık veya dikkat dağınıklığı iken, doğum sonrası psikozun yaygın belirtileri halüsinasyonlar,hezeyanlar,bebeğe zarar verme düşüncesi ve ağır depresif belirtilerdir.

Doğum sonrası psikozu yaşayan kadınların, bebeği farklı bir nesne veya canlı görerek bebeğe zarar verme riski vardır. Bazı anneler bu dönemde, bu düşüncelerini eyleme dönüştürebilecekleri için dikkatli olunmalıdır. Araştırmalar sonucunda doğum sonrası psikoz ile özellikle bipolar bozukluklar ve majör depresif bozukluk gibi duygu durum bozukluklarının yakın ilişkisi olduğunu görülmektedir. Şizofreni veya bipolar bozuluk tanısı olan kadınların yaşama ihtimalı oldukça yüksektir.

Lohusa depresyonu bazı kadınlarda kendiliğinden geçerken, bazı kadınlarda ise bir psikolog tarafından bireysel terapi ile çözüme kavuşabilmektededir. Fakat doğum sonrası psikozu yaşayan kadınların mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmesi ve tıbbi yardım alması gerekmektedir.

Lohusa Sendromunda Eşlere ve Yakınlara Düşen Görevler Nelerdir?

 “Eşim,kızım lohusa sendromu geçiriyor ne yapmam gerekiyor?” sorusunun cevabı annenin çevresi ve eşi tarafından oldukça merak edilir.Lohusa sendromu, genellikle ilaç tedavisi gerektirmeden kendiliğinden düzelir. Ama bu süreçte en önemli noktalardan birisi de, lohusa sendromu yaşayan anneler; aileleri ve sağlık personelleri tarafından desteklenmeli, bu sorun ile nasıl baş edecekleri konusunda bilgilendirilmelidir. Çünkü lohusa sendromunun atlatılmasında sosyal desteğin önemi çok büyük ve önemlidir.

Lohusa sendromu ne kadar sürer sorusu da sık merak edilen sorular arasındadır. Fakat bu süre kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Kimisi bu sendromu hafif yaşarken veya yaşamazken, kimisi ilaç veya psikoterapi desteği alacak duruma kadar gidebilir. Bu dönemde annenin hatta bebeğin en kolay ve sağlık şekilde atlatması için özellikle eşi, kendisi, daha sonrasında çevresi tarafından alınması gereken bazı önemler vardır. Bu önemler;

  • Anneyi anlamaya çalışın, yeni bir bebek dünyaya getirmenin verdiği değişime her iki tarafında alışması için sabırlı olun.
  • Annenin yaşadığı ani duygu değişiklikleri,ağlama krizleri,aşırı duygusallık gibi durumlara hazırlıklı olun ve onu eleştirmeyin.
  • Bebeğinizle bağınızı kuvvetlendirmek için biberonla besliyor olsanız bile cildinizin onunkiyle temas halinde olmasını sağlayın. Bu temas anne-bebek arasında güveni ve tanımayı sağlayacaktır.
  • Anneye karşı hassas olunmalı, kaygılarından kurtulabilmesi için onun yalnız olmadığı hissettirilmelidir.
  • Eşinizle empati kurmaya çalışın, iletişim konusunda açık olun.
  • İsteklerinizi ve düşüncelerinizi sakince dile getirin, bu dönemde sinirli olmak herkes için oldukça yıpratıcı olacaktır.
  • Bebebeğin bakımına yardımcı olun, anneye yüklenen sorumluluğu hafifletecek desteklerde bulunun.
  • Annenin fiziksel ve duygusal olarak kendine zaman ayırmasını sağlayın.
  • Bebeğin uyuduğu vakitlerde annenin de uyuması veya dinlenmesini sağlayın.
  • Bu süreçte beslenme şekline dikkat edilmelidir. Özellikle alkol ve kafeinli içeceklerin tüketiminden kaçınılmalıdır.

Lohusa Depresyonu Tedavisi

Lohusa depresyonu tedavisi, üç çeşitten oluşmaktadır.

  • Psikoterapi
  • Antidepresan ilaç tedavisi
  • Antipsikotik ilaç tedavisi

Lohusa depresyonu eğer hafif belirtiler gösteriyorsa genelde ilaçsız olarak atlatılabilmektedir. Bu üç yöntem arasından en çok kullanılan yöntem, psikoterapidir. Bu psikoterapi sürecinde depresyon izmir bireysel terapi yöntemi uygulanarak ilaçsız olarak atlatılabilmektedir.

Eğer siz,eşiniz veya bir yakınınız lohusa sendromu belirtileri gösteriyorsa veya bu durumdan şüphe ediliyorsa mutlaka hem bebek hem de anne için bir psikolog izmir ile görüşülmelidir. Online psikolog için de bizimle iletişime geçebilir ve bireysel terapi izmir ile anneye hatta belki babaya yönelik terapi hizmeti alabilirsiniz.

izmir psikolog

Öfke Kontrol Bozukluğu Nedir?

Öfke Kontrol Bozukluğu

Öfke, kişinin haz alma duygusunu engelleyen her türlü durum, olay ya da kişiye karşı geliştirdiği bir duygudur.

Öfke, diğer olumsuz duygulara göre daha çok zarar verir. Fakat öfke doğru ve uygun ifade edildiği zaman, sağlıklı ve normal bir duygudur.Eğer kontrolden çıkar ve yıkıcı bir hale gelirse, kötü sonuçları da beraberinde getirebilir. Öfkeyi yıkıcı veya yapıcı yapan nokta; kontrol edilebilirliği ile bağlantılıdır.

Öfke kontrol bozukluğu, insanların içinde bulunduğu ilişkisinde,işinde,ailesinde veya okulunda olumsuz sonuçlar yaratabilir. Bu olumsuz sonuçlar sadece kişinin ve çevresinin mental olarak etkilenmesi değil, öfke doğru kontrol edilmediğinde yasal yani mali sonuçları da beraberinde getirebilir.

Öfke Kontrol Bozukluğu Nedir?

Öfke kontrol problemi, bazen fiziksel olarak kişinin ani dürtüsel,şiddetli,saldırgan orantısız tepki verdiği, bazen de bağırmak, öfkeli bir şekilde sözlü olarak patlamak gibi ortansız tepkiler verdiği durumdur.Bireyin bir tehlike ya da engellenmeyle karşılaştığında yaşadığı çaresizlik, güçsüzlük ve yetersizliğin yarattığı kaygı sonucunda gelişen kızgınlık ve şiddete kadar değişik uzantıları olabilen duygu bütünüdür.

Öfke Kontrol Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Öfkenin hem psikolojik hem de fiziksel belirtileri vardır. Öfkeyi her zaman tek başına bir duygu olarak düşünmemeliyiz. Öfke kendi başına bir duygu olsa da diğer duyguları da beraberinde getirebilir. Öfke kontrol bozukluğu, mutsuzluk, kaygı, gerginlik, ağlama, suçluluk duyguları, stres duygularıyla beraber de görülebilir.

Öfke kontrol bozukluğunun sıkça görülen fiziksel belirtilerileri şunlardır;

  • Olay anında veya sonrasında kişiye veya nesneye yönelik şiddet uygulaması
  • Tansiyon yükselmesi
  • Kalp çarpıntısı
  • Göğüste sıkışma
  • Vücutta karıncalanma
  • Adrenalin ve noradrenalin seviyelerinde yükselme
  • Nefes alıp vermede düzensizlik (genel olarak çok hızlı nefes alıp verme)
  • Baş ağrısı
  • Aşırı stres ve gerginlik
  • Yüksek sesle konuşma, özellikle bağırma
  • Damar elastikiyetinin azalması
  • Kan basıncının yükselmesi
  • Karşındaki kişiyi tehtid etme, aşağılama
  • Arkadaşlar veya aile üyeleri tarafından öfke problemi olduğuna dair uyarılar alınması

Öfke kontrol bozukluğunun zihinsel belirtileri şunlardır;

  • Uykusuzluk
  • Dikkatsizlik
  • Unutkanlık
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • Düşük performans
  • Ruh sağlığının olumsuz etkilenmesi

Kendinizde veya çevrenizde bulunan birinde yukarıdaki belirtilerin olduğunu düşünüyorsanız ve izmir psikolog arayışındaysanız, mutlaka bir uzman desteği için bizimle iletişime geçiniz.

Öfke Kontrol Bozukluğu Nedenleri Nelerdir?

Öfke kontrol bozukluğu sebepleri tedavisi için oldukça önemlidir.Öfke kontrol bozukluğu nedenlerinin en başında çocukluk dönemi gelir.

Tüm duygu durum bozukluklarında olduğu gibi öfke kontrol bozuklukluğu içinde kişinin  çocukluk dönemi yani yetişme dönemi önemli bir rol oynar.

Çocukluk çağında yaşanan olaylar ve aile tutumu yetişkinlik dönemini oldukca etkilemektedir. Ebeveynlerin kendi başa çıkma mekanizmaları, stresi nasıl yönettikleri ve çocukla nasıl model oldukları da oldukça önemlidir. Aile de öfkenin hakim olması, şiddetin kullanılması da çocuğun bunu model almasına neden olur.

Genel olarak ailesi tarafından engellenen,şiddet gören,aşağılamaya maruz kalan,kendini ifade etmesine izin verilmeyen biriylerde ergenlik veya yetişkinlik çağında öfke kontrol bozukluğu görülür.Kişinin yetiştirilme şekli, büyüdüğü ortam ve sosyal çevre öfke kontrolünü öğrenmesinde etkilidir. Ayrıca öfke kontrol sorunu yaşayan kişilerde serotonin hormonunun çalışmasında bir problem olduğu bilinmektedir.

Ayrıca  ailede genetik olarak ruh sağlığı sorununa yatkınlık olması da kişinin öfke kontrol bozukluğu yaşamasında tetikleyici bir sebep olabilir.

Çocukluk çağında yaşananlara ek olarak, epilepsi gibi beyin hastalıklarının da öfke kontrol bozukluğuna neden olabileceği görülmüştür. Bazı epilepsi türlerinin bayılmalar şeklinde değil de öfke patlamaları şeklinde görüldüğü gözlenmiştir.

Öfke tepkisini tetikleyebilecek yaygın görülen durumlar şunlardır:

  • Stres
  • Madde veya alkol bağımlılığı
  • Yas
  • İletişimin zayıf olması
  • Depresyon
  • Finansal sorunlar
  • Aile,ilişki veya iş ile ilgili konularda probmlemler yaşanması

Öfke Nasıl Kontrol Edilir?

Öfke kontrolünü sağlamaya çalışmak,bu konuda sorun yaşayan herkes için zorlu bir mücadeledir. Öfkeyi kontrol edebilmek için bazı yollar şunlardır:

  • Egzersiz,spor yapmak: Spor yapmak,temiz hava almak,yürüyüş yapmak gibi birçok aktivite öfkeye neden olarka sinir ve stresi azaltmaya yardımcı olur. Fiziksel aktiviteler, kişinin vücudunda birikmiş olan enerjinin dışarıya çıkmasına ve hareketi artırarak beyne giden kan seviyesini de yükselmesine yardımcı olur.
  • Nefes egzersizleri: Derin ve doğru nefes alıp vermek kişinin öfkesini kontrol etmesine yardımcı olmaktadır. Doğru nefes alıp vermek için nefes egzersizleri pratikleri yapılmalıdır.
  • Rutin belirlenmeli: Kişinin kendisini sakinleştirecek cümleler belirlemesi, örneğin “iyiyim”, “sakin ol” , “ani bir tepki verme” gibi cümleleri tekrarlamak ve mutlu bir anı hatırlayarak gevşemesi, kişinin öfkesini kontrol etmesine yardımcı olur.
  • Mola vermek: Gün içinde stres seviyesinin yükselmesine ve öfkelenmenize neden olan belirli olaylar varsa böyle anlarda kısa bir mola verilemelidir. Sessiz ve sakin bir ortamda verilen molalar,  kişiyi stresten uzaklaştıracağı için öfke kontrolünü yönetmesine yardımcı olur.

Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda  psikolog izmir ile görüşülmelidir.

Öfke Kontrol Bozukluğu Tedavisi

Öfke kontrol bozukluğu tedavisi uzun süreli ancak oldukça etkilidir. Öfke kontrol bozukluğu tedavisi mümkün olan ve müdahale edilmesi gereken bir durumdur.

Öfke kontrol bozukluğu tedavisi için kullanılan çeşitli yöntemler vardır. Fakat tüm yöntemlerde ki ilk adım, kişide öfkenin yarattığı bu duygu durum bozukluğunun nedenini yani altında yatan sebebini bulmaktır.

Bilişte Davranışcı Terapi (BDT), öfke kontrol bozukluğunun tedavi edilmesinde kullanılan bir terapi tekniğidir. Bilişte Davranışçı Terapi tekniğinde, kişinin öfkesini besleyen işlevsiz düşünce kalıpları üzerinde çalışır. Öfkenin neden olduğu,geçmişinde yatan travmalar, nelerin öfkeyi kontrolsüz bir biçimde dışa yansıttığının üzerinde çalışılır.BDT ile,  kişinin makul ve doğal bir sinirlilik öfke yaşaması ve öfke kontrolü sağlanmasını öğrenmesi hedeflenmektedir.

Bunların yanında rahatlama egzersizleri, nefes egzersizleri de yaparak öfkenin kontrol edilerek dışa vurulması sağlanabilir.Tedavi süreci boyunca kişinin ailesi, arkadaşları, temasta bulunduğu kişiler tarafından desteklenmesi oldukça önemlidir.

Öfke kontrol bozukluğu tedavisi mutlaka gerçekleştirilmelidir. Hem kişinin kendisi, hem de çevresi için kötü sonuçlara yol açmaması için mutlaka bir uzman psikolog izmir desteği alınmalıdır.

Eğer kendinizde veya çevrenizde bu problemin olduğunu düşünüyor ve destek almak istiyorsanız istiyorsanız ister online psikolog ile ister izmir uzman psikolog ile bu tedaviyi gerçekleştirebilirsiniz.

 

Narsistle ilişkide sorunlar

Narsisizm Nedir? Narsizm Belirtileri Nelerdir?

Narsisizm, genellikle kişinin kendine aşırı bir hayranlık duyması, başkalarının ihtiyaçlarını göz ardı etmesi ve kendini sürekli olarak üstün görme eğilimiyle tanımlanan bir kişilik özelliğidir. Bu durum bazen sağlıklı bir özgüvenin ötesine geçer ve kişinin empati eksikliği, kibir ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerde sorunlar yaşamasına neden olur. Narsisizm, klinik olarak daha ciddi bir boyuta ulaştığında, Narsisistik Kişilik Bozukluğu (NKB) olarak adlandırılır.

Narsisizmin temel belirtileri şunlardır:

1. Kendini Önemseme ve Üstün Görme: Narsisist kişiler, kendilerini olağanüstü görürler ve diğer insanlardan daha özel olduklarına inanırlar. Bu yüzden özel muamele beklerler ve sıradan kuralların kendileri için geçerli olmadığını düşünürler.

2. Beğenilme ve Onaylanma İhtiyacı: Narsisist bireyler, sürekli olarak başkalarından övgü bekler ve bu övgüleri almak için çaba sarf ederler. Onaylanmamak ya da takdir edilmemek, onlar için büyük bir hayal kırıklığına neden olabilir.

3. Empati Eksikliği: Bu kişiler, başkalarının duygularını anlama ve onları önemseme konusunda zayıftırlar. Başkalarının ihtiyaçları, arzuları ve hisleri onlar için genellikle geri planda kalır.

4. Fantezilerle Dolu Bir Zihin: Narsisist bireyler, sınırsız başarı, güç, güzellik veya ideal bir aşk gibi fantezilerle meşgul olabilirler. Bu fanteziler, onların gerçek dünyadaki eksikliklerini örtmek ve kendilerini daha iyi hissetmek için geliştirdikleri bir mekanizma olabilir.

5. Özel ve Eşsiz Olduğunu Düşünme: Kendilerini eşsiz ve sadece “özel” kişilerin onları anlayabileceğine inanan narsisistler, sıradan insanlarla bağ kurmakta zorlanırlar. Sadece kendilerine uygun gördükleri kişilerle ilişkiler kurmayı tercih ederler.

6. Kıskançlık ve Kıskanılma İnancı: Narsisist kişiler genellikle başkalarını kıskanır ve başkalarının da onları kıskandığına inanırlar. Diğer insanların sahip olduklarına ya da başarılarına karşı bir kıskançlık hissederler.

7. Kibirli ve Küçümseyici Davranışlar: Bu kişiler, başkalarını küçümseyen, alaycı veya kibirli bir tutum sergileyebilirler. Başkalarını değersizleştirerek, kendilerini daha önemli ve üstün hissetmeye çalışırlar.

8. Manipülatif Davranışlar: Narsisistler, başkalarını kendi çıkarları için manipüle edebilirler. Bu, onları kontrol etmek, kendilerine hizmet etmelerini sağlamak ya da kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılabilir.

9. Sınır Tanımama: Narsisist bireyler, ilişkilerde ve sosyal çevrede başkalarının sınırlarına saygı göstermezler. Bu, diğer insanların duygusal ya da fiziksel sınırlarını ihlal etme şeklinde kendini gösterebilir.

Narsisistik davranışlar bazen belli durumlarda ya da dönemlerde ortaya çıkabilir ve her narsist özelliğe sahip kişi mutlaka Narsisistik Kişilik Bozukluğu’na sahip değildir. Ancak bu özellikler sürekli ve yaygınsa, kişinin sosyal ilişkilerinde, iş hayatında veya genel yaşam kalitesinde ciddi zorluklara neden oluyorsa, narsisistik kişilik bozukluğundan bahsedilebilir. Bu tür durumlarda, kişinin profesyonel bir destek alması önemlidir, çünkü narsisistik eğilimler genellikle kişinin kendini geliştirmesini ve sağlıklı ilişkiler kurmasını engeller.

Gizli Narsisizm

Gizli narsisizm, diğer adıyla “örtük narsisizm,” dışa dönük ve kibirli narsisizmin aksine, daha içe dönük ve gizli bir şekilde kendini gösteren narsisistik bir kişilik özelliğidir. Bu tür narsistler, kendilerini daha kırılgan, hassas ve alçakgönüllü olarak gösterebilirler. Ancak, iç dünyalarında hala derin bir kendine önem verme, özel olma arayışı ve başkaları üzerinde üstünlük kurma isteği taşırlar. Gizli narsisizm, klasik narsisizmden farklı olarak daha zor fark edilir, çünkü bu kişiler kibirlerini ve kendine hayranlıklarını doğrudan dışa vurmak yerine, incinmişlik ve kurban olma duygusuyla gizlerler.

Gizli narsisizmin bazı belirtileri şunlardır:

1. Kırılgan Öz Saygı
Gizli narsistler, dışarıdan alçakgönüllü veya utangaç görünebilirler, ancak öz saygıları derinden kırılgandır ve sürekli onaylanma ihtiyacı duyarlar. Başkalarının onları yeterince takdir etmediği veya anlamadığı düşüncesiyle kolayca kırılabilirler.

2. Kurban Olma ve Kendine Acıma Eğilimi
Gizli narsistler, kendilerini sık sık kurban rolünde görürler. Başkalarının onları anlamadığına ya da yeterince değer vermediğine inanarak kendilerine acırlar. Bu, onların ilgiyi dolaylı yoldan toplamasına ve başkalarının empatisini kazanmalarına yardımcı olur.

3. Pasif Agresif Davranışlar
Duygularını doğrudan ifade etmek yerine, gizli narsistler pasif agresif davranışlar sergileyebilirler. Örneğin, duygusal tepkilerini bastırarak ya da dolaylı yoldan şikayet ederek, çevresindekilere rahatsızlık yaratabilirler.

4. Dışarıdan Onaylanma İhtiyacı
Tıpkı tipik narsisistlerde olduğu gibi, gizli narsistler de sürekli dışarıdan onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı içindedirler. Ancak bu ihtiyaçlarını daha gizli ve dolaylı yollarla ifade ederler. Başkalarının kendilerini fark etmediği ya da önemsemediği düşüncesi, bu kişilerde derin bir hayal kırıklığı yaratabilir.

5. Üstünlük ve Özel Olma Arayışı
Gizli narsistler, kendilerini diğer insanlardan daha farklı ve özel görürler, ancak bunu açıkça ifade etmek yerine, kendi iç dünyalarında bu üstünlük hissini yaşarlar. Kendi fikirlerinin ya da duygularının diğerlerinden daha derin ve anlamlı olduğuna inanırlar ve çevrelerinde bu algının kabul edilmesini isterler.

6. Kıskançlık ve İçe Dönük Öfke
Gizli narsistler, başkalarının başarılarını ve mutluluğunu kıskanabilirler, ancak bu duyguları açıkça ifade etmek yerine içe atarlar. Bu kıskançlık ve öfke, onları sürekli olarak başkalarını küçümsemeye ya da başkalarının hatalarını bulmaya iter.

7. Kendi Değerini Başkalarının Gözünde Ölçme
Gizli narsisizmde, kişi kendi değerini büyük ölçüde başkalarının onu nasıl algıladığıyla ölçer. Eleştirildiğinde ya da görmezden gelindiğinde, yoğun bir değersizlik ve aşağılık kompleksi hissedebilir. Bu da depresif duygulara ve sosyal geri çekilmeye yol açabilir.

Gizli Narsisizm ve İlişkiler

Gizli narsistler, ilişkilerinde genellikle daha pasif bir rol oynarlar. Kendilerini sürekli olarak aldatılmış, değersiz hissettikleri veya kimsenin onları anlamadığı düşüncesiyle, karşısındaki kişiye kendilerini suçlu hissettirebilirler. Partnerleri üzerinde dolaylı bir kontrol kurarak, onları kendi ihtiyaçlarına hizmet etmeye zorlayabilirler.

Gizli narsisizm, doğrudan gösterilen kibir ve üstünlük taslamanın aksine, daha çok içsel bir yaralanma ve tatminsizlik hissiyle örtülüdür. Bu tür narsisistler, sürekli olarak onaylanma ihtiyacı içinde ve başkalarının ilgisine aç olsalar da, dışarıdan daha kırılgan ve hassas bir kişilik olarak görünebilirler. Ancak bu maskenin ardında, derin bir kendini önemseme ve diğerlerinden üstün olma isteği yatar. Bu durum, gizli narsistlerle ilişkilerde karmaşık ve yanıltıcı bir dinamik yaratır, çünkü dışarıdan incinmiş ve hassas biri gibi görünseler de, derinlerde hala güçlü bir ben merkezcilik ve manipülasyon eğilimi taşırlar.

Patolojik Narsisizm

Patolojik narsist ne demek sorusunun cevabı: Patolojik narsistler narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerdir. Narsist kişilik bozukluğu ise özellikle abartılı bir kendini beğenmişlik duygusu, kendisine sürekli hayranlık duyulması ihtiyacı, empati eksikliği, kendi başarılarından aşırı gurur duyma, kibirli veya tepeden bakan tutumlarla karakterize bir kişilik bozukluğudur. Patolojik olarak nitelendirilmesi sağlıklı narsisizmden ayrılmasıyla ilgilidir. Patolojik narsisizmde aşırılıklar bulunur. İnsanlar genellikle narsistik kişilik bozukluğu olan insanları ukala, manipülatif, bencil, patronluk taslayan ve talepkâr olarak tanımlar. Bu düşünce ve davranış biçimleri, narsistin yaşamının her alanında; işten arkadaşlıklara, aileden aşk ilişkilerine kadar ortaya çıkar.

Narsisizm Belirtileri

Narsisizm belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Kişinin kendi önemini abartılı derecede yüksek görmesi
  • Kişinin kendi başarısı, zekâsı, güzelliği ile sürekli meşgul olması
  • Özel olduğu ve sadece yüksek konumdaki insanlarla anlaşabileceği inancı
  • Aşırı derecede hayran olunma ihtiyacı
  • Hak sahibi olduğuna inanma (özellikle taleplerinin hepsinin gerçekleştirileceğine ilişkin anlamsız beklentilere sahip olma)
  • Başkalarından faydalanma eğilimi
  • Empati yoksunluğu
  • Başkalarını kıskanma
  • Başkalarına saygısız davranma, kibirli ve küstah tutumlar sergileme
  • Sıklıkla yalan söyleme
  • Manipülatif davranış örüntüsü
  • Sürekli haklı çıkacağı ortamları yaratıp onaylanmak isteme
  • Kendisini özel ve eşsiz gördüğü için sadece üstün kişilerin kendisiyle ilişki kurması gerektiğini düşünme
  • Başkalarının kendisini kıskandığını düşünme

Narsisizm Nedenleri Nelerdir?

Narsisizm Nereden Gelir?

Narsistik kişilik bozukluğunun oluşumunda genetik, biyolojik ve çevresel faktörler etkileşim halinde rol oynamaktadır. Genetik faktörler diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi narsistik kişilik bozukluğunda da etkili olmaktadır. Narsistik kişilik bozukluğu üzerinde yapılan ikiz çalışmalarında kalıtımsal geçişin yüzde 25 ila 79 arasında değişebildiği sonucuna varılmıştır

Narsist kişilik bozukluğunun biyolojik faktörler ile ilişkisini araştıran çok fazla çalışma olmamasına rağmen mevcut çalışmalarda empati eksikliğinin nedeninin sinirsel bağlantılara bağlı olabileceği bulunmuştur.

Narsisizmin oluşmasında psikososyal sebeplere baktığımızda, soğuk, ilgisiz, reddedici ebeveynlik stillerinin olabileceği ve narsisizmin yeniden terk edilme veya reddedilmeye karşı benliği koruyucu bir savunma olarak gelişmiş olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan çocuğa aşırı hayranlık duyan, şımartan ebeveynlik stillerinin etkisiyle de narsisizmin ortaya çıkabileceği öne sürülmüştür. Yapılan çalışmalarda çocuklukta istismar ya da ihmalin de bu duruma yol açtığı gösterilmiştir.

Narsistik Kişilik Bozukluğu Olanlara Nasıl Davranılmalı?

Narsist bir karakterle yolunuz keşiştiyse hayatınızın en zorlu iletişimini kurmaya hazır olmalısınız. Büyüklük duyguları içinde, empatiden yoksun, başkalarını anlayamayan, kendisine yönelik değerlendirmeler ve eleştiriler konusunda aşırı hassas narsist karakter iletişim becerilerinizi de sabrınızı da zorlayabilir. Günümüzde herkesin hayatında eş, arkadaş, aile bireyleri, iş arkadaşı ya da birden fazla narsist bulunabilir. Narsist birey ne kadar yakınızdaysa zorlanmalar o kadar fazla olabiliyor.

Narsist ne zaman saygı duyar? Narsistik kişilik bozukluğu olan bireylere nasıl davranılmalı?

  • Olabildiğince tartışmalardan kaçının. Çünkü tartışmaya girdiğiniz konuda haklı olsanız dahi tartışma sonunda haklı çıkmayacaksınız.
  • Narsist bireyi suçlamaktan imtina edin. Çünkü her daim kendisinin haklı ve düşüncelerinin tek doğru olduğunu kabul eden bir insanı suçlamak doğal olarak onun en son isteyeceği durumdur. O an size tepki vermese bile içine atar ve kinlenir. Sonrasında sizin beklemediğiniz bir anda geri dönüşü olur.
  • Narsist bireyi yetersiz hissettirmeyin. Çünkü narsisizmin temelinde değersizlik hissi yattığından narsist bunu dengelemek için dışarıya çok değerli bir insan olduğu imajını çizse de, içinde değersizlik duygusu vardır ve bunu tetiklerseniz geri dönülmez bir tartışmaya girebilirsiniz.
  • Dışarıda iyi görünmek ve itibar narsistler için çok önemlidir. Bazen duygu ve düşüncelerinizi direkt söyleyerek değil, “Böyle yaparsan insanlar ne düşünür? gibi sorulardan yola çıkarak cevapları kendisinin bulup karar vermesini sağlayın.
  • Durumu kabul edin ve kendinize karşı dürüst olun. Onu değiştiremezsiniz, hatta o istese de değişmesi zordur. Duygularınızı, yaşadığınız acıyı açık ve dürüst şekilde anlattığınız halde sizi duymuyorsa muhtemelen psikolojik destek almadığı sürece duymayacaktır. Yine de yanında kalmaya devam ediyorsanız her seferinde düzeleceği umuduyla, sonrasında tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramayın.

Narsisizm Tedavi Edilebilir Mi?

Narsisizmle ilgili en sık merak edilen konuların başında narsisizm tedavi edilebilir mi? Narsist nasıl tedavi edilir? soruları gelir. Bu soruların yanıtını da genellikle narsistler değil, narsistle yaşamaya çalışan kişiler sorar. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip bireylerin nadiren kendi istekleri ile tedavi arayışına girdikleri görülmektedir. Narsist bireylerin yaşadığı en büyük zorluk yaşadıkları ve yaşattıkları şey ile ilgili farkındalığa sahip olmamalarıdır. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler psikolojik yardıma ihtiyaç duyduklarını hissettiklerinde en kısa sürede psikolojik destek almalıdır. Narsist kişiler ve narsistlerle ilişki sorunları yaşayan kişiler için yardımcı olabilecek uzmanlarımız izmir psikolog sayfasından incelenebilir. Bilişsel davranışçı terapi en sık tercih edilen yöntem olmakla birlikte tedavide gerçeğe uygun olmayan düşünceleri değiştirmek ve daha gerçekçi bir benlik imajı yaratmak önemli hedeflerdir.. Psikodinamik psikoterapi, narsistik kişilik bozukluğu tedavisinde etkili bir şekilde kullanılabilir, ancak süreç zor ve uzun olabilir. Narsistik kişilik bozukluğunun tedavisi kişinin sosyal hayatı, aile hayatı, ikili ilişkileri ve iş hayatının olumsuz etkilenmemesi açısından son derece önemlidir.

Narsistik kişilik bozukluğuna sahip olduğunuzu düşünüyorsanız, çevrenizdeki narsist bireyler psikolojik destek arayışındaysa veya narsistik bir ilişki içindeyseniz psikolog izmir görüşmeleri için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Bilişsel Davranışçı Terapi İzmir

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Nedir? Bilişsel Davranışçı Terapi Kimlere Uygulanır?

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), 1960’lı yılların başlarında Aaron T. Beck tarafından bulunan bir terapi yöntemidir. Terapistin danışanlarının olumsuz veya çarpık düşünce kalıplarının farkına varmasına yardımcı olmak için danışanla etkileşimli olarak geçirdiği kısa dönemli bir terapi tekniği olarak tanımlanır. BDT, olumsuz düşünceleri ve uyumsuz inançları tanımayı ve değiştirmeyi vurgulayan içgörü odaklı bir terapidir. Bu nedenle, psikolojik bir yeniden eğitim modelidir. Güncelde yaşanan problemlere odaklanırken bu soruna neden olan geçmişte yaşanan travmalar sonucunda geliştirilen düşünce hatalarına odaklanarak onları değiştirme ve dolayısı ile danışanları güncel hayatlarında yeni düşünme becerileri kazandırmayı ve becerileri uygulama ortamı sağlamayı hedefler. BDT’nin temel kuramı, bir duygusal olayın veya rahatsızlığın nedenini anlamak için bireyin üzücü olaya veya düşünce akışına tepkisinin bilişsel içeriği üzerinde odaklanmak gerektiğidir. Amaç, merkezdeki şemalara ulaşmak için kendi otomatik düşüncelerini kullanarak danışanların düşünme şekillerini değiştirmek ve şemayı yeniden yapılandırma fikrini vermeye başlamaktır.

Bilişsel Davranışçı Terapi Kimlere Uygulanır?

Tedavi yöntemi olarak bilişsel davranışçı terapinin kullanıldığı bazı rahatsızlıkları şu şekildedir:

  • Anksiyete bozuklukları
  • Panik bozukluk
  • Sosyal fobi
  • Depresyon
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Tik bozuklukları
  • Yeme bozuklukları
  • Somatoform bozukluklar
  • Obezite
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Aile terapileri
  • Alkol-madde bağımlılığı
  • Sigara bağımlılığı
  • Uyku bozuklukları
  • Öfke kontrol bozukluğu

Yukarıda verilen psikolojik hastalıklara ek olarak, bilişsel davranışçı terapiye başvurmak için kişinin özel bir psikolojik rahatsızlığa sahip olması gerekmez. BDT insanların günlük hayatlarında ortaya çıkabilecek sorunları ve stresli dönemleri de daha iyi idare etmek için de kullanılabilir. Bilişsel davranışçı terapi, gerektiğinde antidepresanlar veya başka diğer tedavilerle birleştirildiğinde en etkili sonucu verebilir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Nasıl Uygulanır?

Bilişsel davranışçı terapi iki temel hedefe dayanır.

  1. Bilişlerimiz, duygu ve davranışlarımız üzerinde etkilidir
  2. Davranışlarımız, düşünce şeklimizi ve duygularımızı etkiler.

Terapist, problemin doğası ne olursa olsun esasen bireylere günlük yaşamlarındaki olayların alternatif yorumlarını yapmada yardımcı olacak yöntemleri uygulamakla ilgilenir. Birey içsel süreçlerinin bir kısmını farkında olmasa bile, terapi desteği ile oluşan bilinçli çabayla, bunların bir kısmına ulaşabilir, farkına varabilir. Psikolojik danışma sürecinde terapist danışanın sahip olduğu otomatik düşünceleri inceleyerek düşünme örüntülerindeki bozuklukların farkına varmasını sağlar. Otomatik düşünceler; aklımıza kendiliğinden gelen, sıklıkla fark edilmeyen, genelde sadece eşlik eden duygunun fark edildiği düşüncelerdir. Terapist danışandan hatalı olabilecek yorumlarını incelemesini ve sonra bunları yaşamındaki ilk deneyimlerine dek geri götürmesini ister, psikolog daha sonra nasıl sonuçlara vardığını ve böylesi bir sonuç çıkartmak için kanıtları olmadığında bu bilginin geçmişteki hatalı düşüncelere dayandığını fark ettirir.  BDT sürecindeki danışan bir olayı değerlendirirken abartılı düşüncelerini veya küçümseyici düşüncelerini fark edebilecektir.

Bilişsel Davranışçı Terapide Davranış Nasıl Değişir?

BDT’ye göre davranış değişimi temel olarak üç aşamadan oluşur.

  1. Kendi Kendini Gözlemleme

Değişim sürecinde ilk adım, danışanların kendi davranışlarını nasıl gözlemleyeceklerini öğrenmeleridir. Kendini gözlemlemeleri değişimin meydana gelmesi için gerekli bir aşama da olsa tek başına yeterli değildir. Terapi ilerledikçe danışanlar problemlerini farklı bir açıdan ele almalarını sağlayacak yeni bilişsel yapılar edinirler.

  1. Yeni Bir İçsel Diyalog Başlatma

Danışanlar terapi sürecinde içsel diyaloglarını değiştirmeyi öğrenirler. Yeniş içsel diyalogları yeni davranışlarına rehberlik eder. Bu sürecin danışanın bilişsel yapıları üzerinde etkisi büyüktür.

  1. Yeni Beceriler Öğrenme

Değişim sürecinin üçüncü ve son aşaması da danışanlara gerçek yaşam durumlarında uygulanacak daha etkili başa çıkma becerileri öğretmektir. Öğrendiklerinin istikrarı, kendilerine yeni edindikleri davranışları ve bunların sonuçları ile ilgili olarak ne söylediklerinden büyük ölçüde etkilenir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Teknikleri 

Pekiştirme

Kişinin kazanmak istediği davranışlara yönelik kendisi, yakınları veya terapisti tarafından desteklenerek bu davranışı pekiştirmesi amaçlanır.

Ana Odaklanma

Bireyin kendini meşgul eden geçmiş ve geleceğe dair kalıplaşmış olumsuz düşüncelerinden arınması ve şimdiki anda gözlemci rolüne bürünerek anın farkındalığını kazanması amaçlanır.

Günlük Tutma

Bireyin kendi duygu, düşünce ve davranışlarını gözlemlemesi ve olaylara farklı pencerelerden bakması sağlanarak kendi ve çevresel farkındalığını arttırılması amaçlanır.

Aşamalı Etkinlik Planı

Bilişsel Davranışçı terapideki bu davranışçı teknik ise daha çok depresyon ve anksiyetede kullanılır. Anksiyete ve depresyonda bozulan işlevsellikten dolayı rutin yapılması gereken işler erteletilebilir. Daha sonra ertelenen bu işler birer çığ haline geldiği için danışan bu işleri yapmak konusunda yeterince kendini motive hissetmeyebilir.

Böyle durumlarda kullanılan önemli tekniklerden biri Aşamalı Etkinlik Planı’dır.

Önce kaçınılan veya ertelenen durumların listesi çıkarılır. Örneğin;

  • Ödev hazırlama
  • Ev işlerini yapma
  • Tezini tamamlama

Daha sonra burada tüm işleri yapmak değil bir işi parçalara bölerek yapmak ve gerekli adımları yapmak önemlidir. Örneğin: tezini tamamlamak için yapılması gereken bir dizi adımları takip etmektir.

Sistematik Duyarsızlaştırma

Özellikle Fobi ve Anksiyetenin tedavisinde kullanılır. Güney Afrikalı psikiyatrist Joseph Wolpe tarafından geliştirilen bir tür davranış terapisidir. Gevşeme eğitimi (aşamalı kas gevşetme, nefes egzersizi) ile başlar. Korku/kaygı hiyerarşisi ile devam eder. En az korku duyulan durumdan en çok kaygı duyulan duruma doğru bir çalışma yapılır. Bu kısımda danışandan alınan öykü dikkatle işlenmelidir. Son aşama olarak duyarsızlaştırma gelir. Burada amacımız korku veren durum ile gevşemenin yeni bir bağ oluşturmasını sağlamaktır. Yani yeni bir öğrenme gerçekleştirmektir.

 Maruz Bırakma

Bireyin kaçınmakta olduğu durumlara küçük dozlarda maruz bırakılarak bireyin kaçındığı duruma olan duygu birikiminin hafifletilmesi amaçlanır. Kişi aslında korku/kaygı veren durum oldukça ya kaçınma davranışları gösterir ya da güvenlik arayışı davranışına yönelir. Kaçınma ve güvenlik arayışları sürdükçe de bu korku ve kaygı daha çok pekiştirilir. İşte bu sorunlu davranışı önlemek için maruz bırakma yöntemiyle danışana yardımcı olunabilir. Burada amaç sistematik duyarsızlaştırmada olduğu gibi korku/kaygının azaltılması değil, tam tersine korku/kaygıyı ortaya çıkarmaktır.

Prova Yapma

Bireyin kaçınmakta olduğu, kendisine zor gelen sosyal durumların yükünü terapistiyle prova yaparak hafifletilmesi, bireyin kaçındığı düzeyde zorlayıcı bir durum olmadığının fark ettirilmesi amaçlanır.

Bilişsel Davranışçı Terapi Kaç Oturum Sürer?

Bilişsel davranışçı terapide de diğer terapilerde olduğu gibi oturum sayısı danışan öyküsüne bağlıdır. Örneğin 45 yaşındaki bireyin yaşam deneyimine bakıldığında erken dönemde geliştirdiği düşüncelerin kalıcılığı ile 18 yaşındaki bireyin otomatik düşünce kalıplarının değişebilirliği aynı değildir. Bu düşünceleri değiştirmek ve yerine başka düşünceler koymak danışanın yaşam öyküsüyle ilgilidir. BDT’de terapist danışanın hızına ayak uydurur. Bu yüzden BDT süreciyle ilgili net bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak diğer taraftan terapistin amacı 10-12 oturum arasında danışanın kendisini daha rahat hissetmesine yardım etmektir. Bu yüzden oturumlar bazen 8 oturum bazen ise 14-15 oturum devam eder diyebiliriz.

Bilişsel davranışçı terapi izmir (bdt izmir) başlamak ya da izmir psikolog tarafından BDT ile ilgili bilgi almak, psikolog izmir görüşmesi ve izmir psikolog fiyatları için bizimle iletişime geçebilirsiniz

madde bağımlılığı tedavisi izmir

Madde Bağımlılığı Nedir? Madde Bağımlılığı Tedavisi

Madde bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütünün, 11. revizyonunu yayımladığı Uluslararası Hastalık Sınıflandırması El Kitabı’na göre, vücudun işlevlerini olumsuz yönde etkileyen maddelerin kullanılması, bundan dolayı zarar görüldüğü hâlde bu maddelerin kullanımının bırakılamamasıdır. Madde bağımlısı olan kişi, madde kullanamadığında yoksunluk belirtileri yaşar. Yoksunluk; madde alınmadığında ortaya çıkan fiziksel ve psikolojik semptomlara denir, semptomlar maddeye göre değişkenlik gösterebilir. Kişi yoksunluk belirtileri arttıkça maddeye olan toleransı gelişir ve bu şekilde madde kullanımının dozunu ve sıklığını arttırır.

Kişi Ne Zaman Madde Bağımlısı Sayılabilir?

Bir kişiye madde bağımlısı denilebilmesi için aşağıdaki durumlardan en az üçü 12 aylık bir süreç içerisinde görülen ve kişinin işlevini bozmaya başladığında kişi bağımlı denilebilir:

  • Planlandığından daha fazla madde almak
  • Bırakmak için sonuç vermeye çabalar
  • Toplumsal ilişkileri aksatmak
  • Tehlikeli durumlarda kullanmak-suç işlemek
  • Miktarı arttırmak
  • Madde ile ilgili konulara fazla zaman ayırmak ya da sosyal ilişkileri madde ile kurmak
  • Tolerans gelişmesi

 

Bağımlılık Yapan Maddeler

  • Tütün
  • Alkol
  • Opiyatlar: Morfin, Eroin, Kodein, Metadon
  • Uyarıcılar: Amfetamin, Ecstasy, Kokain, Kafein
  • Merkezi Sinir Sistemini baskılayanlar: Barbitüratlar, Benzodiazepinler (Diazem, Rohypnol, Xanax), Akineton
  • Halüsinojenler: LSD, Meskalin, Psilocybin,
  • Uçucu maddeler (Volatile hydrocarbons): Tiner, Benzin, Gazolin, yapıştırıcılar (Bali, UHU gibi yapıştırıcılar)
  • Esrar ve benzerleri
  • Fensiklidin (PCP)

Madde Bağımlılığı Belirtileri

Madde bağımlılığı belirtilerini üç grupta incelenebilir.

     1-Fiziksel Belirtiler

  • Gözde kızarıklık ve göz bebeklerinde büyüme
  • Uyku bozuklukları (çok uyuma/ hiç uyumama)
  • Yeme bozukluğu, genelde az yemek yeme ve buna bağlı ani kilo kaybı
  • Kusma ve iştahsızlık
  • Sürekli olarak yorgun hissetme
  • Epilepsi kaynaklı olmayan bayılmalar
  • Fiziksel olarak bitkin görünme
  • Hareketlerde koordinasyon bozukluğu
  • Kişisel olarak bakımdan eksik kalma
  • Ağız kokusu
  • Ellerde istemsiz titreme

     2-Davranışsal Belirtiler

  • Okula, derslere ya da işe karşı ilgide azalma
  • Başarıda düşme
  • Hobilere karşı ilgisizlik
  • Çevreden şikâyet alma
  • Maddi durumu madde kullanımına yeterli değilse çevreden sürekli borç alma
  • İçe kapanma, dış dünyayla minimum düzeyde bağlantı kurma
  • Agresif davranışlar sergileme
  • Göz kontağı kurmadan konuşmaya çalışma
  • Arkadaş grubunda değişiklik
  • Sosyal aktiviteler için buluşulan mekân değişikliği
  • Kötü kokuları bastırmak için gereğinden fazla parfüm, sakız kullanma
  • Suç işlemeye yatkın davranışlar
  • Duygu durumunda ani iniş-çıkışlar
  • Motivasyon eksikliği
  • Dikkat dağınıklığı
  • Aşırı şüpheci davranışlar

3-Psikolojik Belirtiler

  • Genel bir motivasyon eksikliği,
  • Odaklanma güçlüğü, dalgınlık veya uyuşukluk,
  • Herhangi bir sebebi olmaksızın korku duyma, içine kapanma, gerginlik yaşama veya aşırı şüphecilik

Madde Bağımlılığı Nedenleri

Madde bağımlılığı nedenleri çok çeşitli olabilir. Özellikle aile tutumu çok önemlidir. Ebeveyn çocuk arasındaki bağlanma ve ilgi eksikliği, zorbalık içeren davranışlara uğrama, aile içi kuralların olmaması veya açık uçlu olması, alkol ve madde bağımlılığı olan ebeveyne özenme veya maruz kalma gibi sebepler oldukça etkilidir. Sıklıkla görülen diğer sebepler aşağıdaki gibidir:

  • Merak
  • Kendi sınırlarını aşma çabası
  • Asilik
  • Farklı olma dürtüsü
  • Arkadaşlarına uyma
  • Gruptan kopmak istememe
  • Sorunlarını çözebilmek veya unutmak
  • Daha iddialı olmak/görünmek isteği

Madde özendiren bir kültürde büyümüş olmak da oldukça etkilidir. Bir maddeye bağımlı olan kişinin başka bir maddeye de bağımlılık geliştirme olasılığı daha yüksektir. Mizaç yapısı olarak daha dürtüsel, engellenme toleransı düşük, meraklı bireylerde madde kullanımı daha yaygındır.

Madde Bağımlılığı Zararları

Madde bağımlılığı olan kişiler madde kullandıklarında merkezi sinir sistemlerinin farklı bölgelerini etkileyen madde fiziksel ve psikolojik tahribata yol açar. Hücresel öğrenme denilen süreç ile vücut maddeyi tanır ve beyin hafızada bu tanıma bilgisini saklar. Madde kullanımının hiçbir zaman güvenli bir şekli yoktur.

  • Aklı ve iradeyi işlemez hale getirir. Kişiyi normal yaşam ve davranışlarından uzaklaştırır.
  • Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmlarına/kanamalarına sebep olur.
  • Tüm iç organların zarar görmesine ve buna eşlik eden bir dizi hastalığa neden olur.
  • Zehirlenmelere ve bu yolla gelen ölümlere sebep olur.
  • Uyuşturucular, bireyin çevreye uyum yeteneğini azaltır. Bağımlı giderek aileden ve çevresinden kopararak, yalnızlaşır. Çoğu zaman bu tabloya ağır bunalımlar eşlik eder.

Madde Bağımlılığı Tedavisi

Madde bağımlılığı tedavisi izmir mümkün olan bir sorundur. Madde bağımlılığından kurtulma yollarının birincisi bırakmaya karar vermektir. Karar vermek, yüzde yüz motive ya da istekli olmak demek değildir.  Madde kullananların çoğu başlamak için tamamen istekli ve motive olmayı bir koşul gibi gördükleri için bırakmayla ilgili ilk adımı atamazlar. Oysa istek ve motivasyon bazen ilk adımı attıktan sonra yükselir. Madde bağımlılığı evde tedavisi çoğu zaman işlevsel olmayabilir. Çünkü tedavide bireyin yalnızca kendi çabası yeterli olmaz. Madde bağımlılığı tedavisi yatarak ya da ayaktan olabilir. Bireyin hangi şekilde tedavi olacağı bağımlılığın şiddeti ile alakalıdır. Bağımlılığın tedavi süreci de üç yönlüdür bunlardan birincisi tıbbi destek ikincisi psikolojik destek ve üçüncüsü sosyal destektir. Bu yönlerden birinin eksik olması diğer tarafları da etkileyeceğinden tedavi sürecini zorlaştırmaktadır.

Bağımlılık tedavisindeki temel amaç kullanılan maddenin bırakılması ve yeniden kullanmamasına yönelik nüks önleyici çalışmaların yapılmasıdır. Yoksunluk belirtilerinin ortadan kaldırılması ve madde isteğinin azalmasına yönelik arınma (detoksifikasyon) süreci tıbbi destek ile sağlanmaktadır. Yoksunluk belirtileri kullanılan maddenin cinsine ve kişinin eşlik eden psikiyatrik bozukluklarına göre değişebilmektedir. Örneğin yoksunluk döneminde kişi terleme, titreme, eklem ve kas ağrıları, karın ağrısı, gerginlik ve huzursuzluk hissi, uyuyamama gibi sorunlar yaşamaktadır. Bu belirtilerin ortadan kaldırılması için tıbbi destek şarttır. Tıbbi destek kadar psikolojik destek de oldukça etkilidir. Çünkü madde bağımlılığı çoğu zaman bir psikolojik sorunla ortaya çıkmaktadır. Madde bağımlılığında psikolog izmir görüşmeleri oldukça önemlidir. Bağımlılık tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi ve Motivasyonel Görüşme Tekniklerinin etkin olduğu bilinmektedir.

Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal boyutları olan madde bağımlılığının tedavisinde rehabilitasyon merkezleri büyük bir öneme sahiptir. Bağımlılık tedavisi sonrası bireylerin tedavi kurumları ile irtibatta kalmalarını sağlayarak tekrar uyuşturucu madde kullanmadan sosyal hayata uyumlarını kolaylaştırmak amacıyla Bağımlı Hastalar İçin Rehabilitasyon Modeli (BAHAR) oluşturulmuştur. AMATEM 18 yaş ve üzeri Alkol/ Madde kullanım bozukluğu olan kişilerin tedavilerinin yapıldığı ayakta ya da yataklı tedavi hizmeti sunan bir rehabilitasyon merkezidir.

Hasta ve doktor iş birliğiyle yürütülen tedavi, 2-6 hafta arasında hastanede yatarak arındırma ve bir yıl süre ile psiko-sosyal tedavi şeklinde gerçekleşmektedir. En iyi korunma yolu hiç başlamamaktır.

Madde bağımlılığı için hangi doktor izmir ile ilgili bilgi almak,madde bağımlılığı tedavisi ya da önleme çalışmaları ile ilgili alanında yetkin izmir psikolog arayışı içindeyseniz bizimle iletişime geçebilirsiniz.