Kategori: <span>Anksiyete</span>

göç psikoloji

Göçmen Psikolojisi | Göçmenlik Sürecinde Kayıp ve Yas

Göçmen psikolojisi üzerine yazılan pek çok yazıda, göç etmiş kişilerin depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlar yaşama ihtimallerinin oldukça yüksek olduğundan bahsedilir. Kendi vatanını bırakarak, ‘bilinmez’ bir diyarda hayat kurma mücadelesi vermek, insan yaşamında karşılaşılabilecek en zorlayıcı durumlardan biridir. Göçmenlik psikolojisini etkileyen bir çok durum vardır. Bunlardan en başta geleni göç etme nedenleridir. Zorunlu olarak ülkesini terk etmiş olan kişiler elbette çok daha ağır yaralar almaktadır. Ancak kendi isteğiyle başka bir ülkede hayat kurmak üzere göç etmiş kişilerin de bir çok psikolojik sorun yaşadığını söylemeliyiz.

Göç sürecinde en zorlayıcı meselelerden biri kayıp duygusu ile nasıl baş edileceğidir. Göçmeler göç sonrasında, tanımadıkları, aşina olmadıkları yabancı bir ortama girmekte ve büyük bir yalnızlık duygusu yaşamaktadırlar. Bununla birlikte göç edilen ülkede, göçmenlerin yaşadıkları reddedilme, ikinci sınıf vatandaş olarak görülme, dışlanma gibi durumlar göçmenlerin psikolojisini son derece olumsuz etkileyen durumlardandır.

Göçmen adeta ruhunun bir bölümünü anavatanında bırakarak oradan ayrılmıştır. Göçmenler çoğu kez tanımlayamadıkları bu kaybın yasını tutarlar. Bu nedenle göçmenlik yası adını verebileceğimiz bir yas süreci yaşanır. Göç ve göç sonrası yaşanan yas süreci son zamanlarda daha önemli kavramlar olmuştur ve yaşanan kriz ve yas sürecinin anlaşılması daha da önem kazanmıştır.

Göç sonrası yaşanan yas sürecini açıklamadan önce genel olarak yas kavramının ne olduğunu açıklamakta yarar var.

Yaşamın doğal döngüsü gereği kayıplar mutlaka gerçekleşir ve bu gerçek her birey için kaçınılmazdır. Sevilen birinin, bir ilişkinin, arkadaşın, mesleğin kaybının, geride bırakılan şehrin ve ülkenin ya da kaybedilen sağlığın ardından yas yaşanabilir.

Yas, sevilen birinin veya bir şeyin kaybedilmesi (ölüm, ayrılık vb.) sonrasında yaşanan doğal bir süreçtir. Oldukça zorlayıcı ve streslidir. Yas sürecinde gösterilen tepkiler bireyseldir ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Yas sürecinde bedensel, bilişsel, duygusal ve davranışsal belirtiler görülür. Bu belirtiler şöyledir:

  • Nefes alamama, boğulacakmış gibi olma, her an tetikte olma hali, iştah artması/ azalması, çabuk yorulma gibi fiziksel belirtiler,
  • Şok, üzüntü, öfke, suçluluk, kaygı, korku, yalnızlık, yorgunluk, çaresizlik, isteksizlik, umutsuzluk gibi duygusal belirtiler,
  • İnanmama, dikkat dağınıklığı, hatalı/çarpık düşünceler, unutkanlık, rahatsız edici düşünce/rüya gibi bilişsel belirtiler ve
  • Dikkatsizlik, uyku ve iştah problemleri, alkol veya madde kullanımı, sosyal çevreden veya kaybedileni hatırlatıcı uyaranlardan kaçma gibi davranışsal belirtiler.

Kayıp yaşayan kişi kaybı kabullenip yaşamını yeniden düzenleyene kadar çeşitli aşamalardan geçer. Bu aşamalar şu şekilde gelişir:

  1. Aşama: Şok ve Uyuşma: Kaybın/ölümün olduğu/öğrenildiği ilk anda yaşanır. Kişi kısa süreli hissizlik yaşanır.
  2. Aşama: İnkar/ İnanmama: Kişi ölümü/kaybı reddeder ve bir süre hiçbir şey olmamış gibi davranabilir.
  3. Aşama: Arzu Etme: Kaybedilen kişinin ve şeyin geri gelmesi beklenir ve arzulanır. “Neden benim başıma geldi?” sorgulamasıyla birlikte bu aşamaya öfke ve yalnızlık duyguları da eşlik etmektedir.
  4. Aşama: Çaresizlik: Kişi kaybı önleyemediği için ya da kaybedilen kişiyi veya şeyleri geri getirmeye yönelik elinden bir şey gelmediği için çaresizlik hisseder. Çaresizlik hissi ile birlikte kişi iş ve sosyal yaşamında sorunlar yaşayabilir.
  5. Kabullenme ve Hayatı Yeniden Düzenleme: Ölüm/kayıp gerçeği bu aşamada kabullenilir. Yas tepkilerinin yoğunluğunda azalmalar görülür. Kişi kayıp öncesi yaşamına adapte olmaya başlar. Ve artık yeni bir gerçeklik inşa eder. Kayıp öncesinden farklı bir yaşam kurar.

Tüm bu aşamaların yukarıdaki sıralamayla gerçekleşmesi gerekmez. Aşamaların sırasında değişiklikler görülebilir.

Normal yas süreci genelde 6-12 ay kadar sürer ve zaman içinde hafifler. Bir yıldan daha uzun dönemde bu durumların devam etmesi patolojik yasın belirtisi olabilir.

Patolojik yas; genel olarak yas tepkilerinde gecikme veya uzama durumunda ortaya çıkar. Uyku ve iştahta bozulmalar görülebilir. Kaybedilen kişi veya durum ile ilgili yoğun düşünceler, üzüntü ve umutsuzluk duygularıyla baş etmede sıkıntı yaşanır. Patolojik yas sürecinde olan kişi, ölen kişi ölmemiş gibi davranabilir, kayıp yaşanmamış gibi davranabilir. Bazen de yaşadığı acılara son vermek için intihar düşünceleri akla gelebilir. Yas sürecinin patolojik bir hal aldığı durumlarda mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır.

Göçmenlerin Kayıp Duygusu ve Yas Süreci

İnsanlık tarihinin başından bu yana yer değiştirme hareketleri söz konusu olmuştur. İlk zamanlarda göç olayları daha çok açlık, savaş, kıtlık, hastalıklar gibi sorunlardan doğarken günümüzde bu nedenler yerini kültürel, siyasi, ekonomik, eğitim gibi nedenlere bırakmıştır. Göçü; kişilerin yaşamakta olduğu topraklardan, sosyal yapıdan, ekonomik imkanlardan uzaklaşarak veya uzaklaştırılarak yeni yaşam alanlarına kapı açması olarak tanımlayabiliriz. Karmaşık bir yapı olarak değerlendirilen göç olgusu, yapılan farklı tanımlamalarla da açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu karmaşık yapı içerisinde göç; bireysel, toplu ve kitlesel göç; isteğe bağlı ve zorunlu göç; devamlı ve kesin göç olarak çeşitlendirilmektedir. Uluslararası göçün genel ayrımı ise şu şekilde yapılmaktadır. Sürekli yerleşenler, süreli sözleşmeli işçiler, süreli profesyonel çalışanlar, sığınmacılar ve mülteciler.

Göç yaşamış kişilerde yas sürecinde görülen belirtiler görülmektedir. Yas denince akla öncelikle ölüm gelmektedir. Ancak yas yalnızca ölüm sonrası yaşanan bir durum değildir. Göç de büyük bir kayıp süreci anlamına geldiğinden, göçmenlik yasından bahsetmek de mümkündür. Kendi isteğiyle ülkesinden göç etmiş insanlarda dahi, vatan hasreti ve ülkesine çok büyük özlemler görülürken, özellikle zorunlu olarak göç etmiş kişilerde çok daha büyük bir kayıp ve boşluk duygusu görülmektedir. Olağan bir yas sürecinde kaybedilen tek bir kişinin veya durumun acısı çekilirken, göç olgusu söz konusu olduğunda onlarca belki yüzlerce şeyin hasreti çekilmektedir. Normalde fark etmeden yanından geçip gittiğimiz şeyler, bir göçmen için büyük özlemler anlamına gelmektedir. Geride bıraktığı arkadaşları, sevdikleri, evi, eşyaları, işi, sokaklar, caddeler, alışık olduğu iklim, dağlar, ovalar, manzaralar ve daha pek çok şey göçmen için yasını tuttuğu kayıplardır ve üstelik göçmen tüm bu kayıpların acısıyla aynı anda baş etmek zorundadır.

Ne yazık ki ülkesinden zorunlu olarak ayrılmış olan yüzbinlerce kişi için, bulunduğu ülkeye alışmanın zorlukları da oldukça sıkıntılı bir süreçtir. O ülkenin dili, kültürü, sosyal şartlar göçmen için tamamen yabancıdır. Göçmen ilk dönemin şokunu atlattıktan sonra, her şeyini kaybettiğini hissedebilir, adeta zaman durmuş, hayat bitmiş gibi hissedebilir. Kendisini bulunduğu ülkenin insanlarından çok uzak hissedebilir. Onlarla aynı hayatı yaşamıyor gibi hissedebilir. O ülkededir ancak o ülkenin kaderini yaşamıyordur adeta. Sanki sadece hayatta kalmaya çalışır gibidir. Gerçek bir yaşamı yokmuş gibi hisseder. Gerçek hayatını geride bıraktığını ve bir daha asla eskisi gibi olamayacağını düşünebilir. Geçmişini ve kendi ülkesindeki hayatını hüzünle hatırlar. Tüm bu zorluklardan dolayı göçmen sürekli olarak kaygılı, tedirgin ve gergin hissedebilir. Zorunlu olarak göç etmiş kişilerde depresyon ve kaygı bozuklukları sık görülmektedir.

Göç olgusunun daha iyi anlaşılması ve göçmenlerin desteklenmesi, günümüz dünyasında çok büyük önem taşımaktadır. Bu konudaki duyarlılığın arttırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu zorlu süreçleri yaşayan kişilere göç sürecine yönelik psikolojik danışmanlığın yanısıra kriz ve yas danışmanlığı da sağlanması yararlı olabilir.

Dr. Hatice Topçu Ersoy

Uzman Psikolog

Psikolojik nefes darlığı

Psikolojik nefes darlığı  ve sürekli nefes alma isteğinin oluşması rahatsız edici bir durumdur. Nefes darlığı, kimi zaman sağlık sorunlarının baş göstermesinde veya olası sağlık sorununa işaret eder. Kalp krizi ve boğulma hissine kapılmak kişiyi tedirgin etmektedir. Nefes darlığı yaşayanlar tetkik yaptırarak alanında uzman doktorlara muayene olmalıdır. Kalp ya da farklı bir hastalık belirtisi yok ise bunu psikolojik olarak çözmek gerekmektedir.

Anksiyete ile nefes darlığı kalp çarpıntısı

Fiziksel ya da kalp ile ilgili sorun yaşamayanlar, kalp çarpıntısı, nefes alamama, nefes açlığı durumları ile karşılaşıyor ise anksiyete teşhisi konulabilir. Tedavi edilmesi seanslara başlayarak mümkündür. Fakat anksiyetesi olan kişilerin durumu kabullenmeme gibi tepkileri de olabilmektedir.

Derin nefes alamıyorum

Karşılaştığınız korku, endişe verici ya da duygusal durumlar nefes alma ihtiyacını ortaya çıkarabilir. Derin nefes alamadığınız zaman da ayrıca kaygı artışı olur. Akabinde ter basması, enerji ve motivasyon düşüklüğü oluşur. Yukarı da belirttiğimiz gibi sağlık sorununuz yok ise bu durum psikolojik tedavi gerektirecektir. Araştırmalara göre de derin nefes alamıyorum, nefes açlığı yaşıyorum diyen kişilerin sayısı epey fazladır. Bazı kişilerde bu durum tekrar etmez ancak bazı insanlar üzerinde günlerce, haftalarca sürebilir. Hasta olan kişilerde de olabilmektedir. Örneğin 2 sene önce başlayan pandemi sürecinde covid sebebi ile psikolojik sıkıntılar yaşandı. Bu dönem içinde acaba hasta mı oldum? Ya covid pozitifsem ne yapacağım düşünesi nefes alamama, nefes açlığı ve anksiyeteyi tetiklemiştir.

Benzer durumlardan müzdaripseniz psikoterapi ile aşabilirsiniz. Ruh sağlığı üzerine eğitimli olan kişilerden uzmanlardan destek alınmalıdır. Panik atak hastası olanlar, şüpheci davranış içerisinde olanlar da sıkça karşılaşılır. Endişe etmeden iletişim kurarak çözüm arayabilirsiniz. Diğer yazılarımıza blog sayfamızdan bakabilir, bilgi almak için iletişim numaralarımızdan irtibat kurabilirsiniz.

 

Sosyal anksiyete nedir?

Sosyal anksiyete nedir? Sosyal fobi olarak da adlandırılan bu durum insanlar ile etkileşimi gerektiren toplumsal durumlarda, meydana gelen kaygı bozukluklarını eler alır. Kişilerin diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirilme, küçük düşme korkusundan ileri gelir. Günümüzde birçok kişi yaşamakta olup hayat kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Sosyal anksiyetenin ağırlığı her bireyde değişir. Bazen topluluk karşısında konuşmak, mevki olarak yüksek biriyle buluşmak gibi hafif tipler görülür. Bazen de hemen her sosyal etkileşimde görülen ağır tipleri vardır.
Bu kapsamda selam vermek, market alışverişi yapmak ve diğer birçok basit işlem bile yoğun kaygılar oluşturabilir.
Sosyal anksiyete geçer mi incelendiğinde gerekli tedaviler ile normal düzeylere çekilebildiği görülmektedir.

Sosyal Anksiyete Nasıl Anlaşılır?

  • Günümüzde birçok kişi buna sahip olsa da aslında bu rahatsızlığa sahip olduğunu bilmez. Bu konuda bir takım fiziksel belirtiler vardır. Ana hatlarıyla bunlar,
  •  Baş dönmesi,
  •  Kalp atışlarının hızlanması,
  •  Kas gerginliği,
  •  Mide bulantısı,
  • Nefes almada zorluk,
  •  Terleme,
  • Titreme,
  •  Zihnin boş olduğunu hissetmek,
  • Yüz kızarması şeklindedir.Sosyal anksiyete nedir aynı zamanda insanların bulunduğu ortamlardan, sosyal durumlardan kaçınmayı da içine alır. İnsanlarla iletişim halinde olmak yaşantının bir gereği olduğu için hayatı olumsuz etkiler.

 

  • Sosyal Anksiyete Neden Olur?Sosyal anksiyete nedir kadar neden olduğu da büyük bir önem taşımaktadır. Buna sebep olan tek bir durum yoktur. Meydana gelmesinde genetik faktörler de büyük önem taşır. Ayrıca aile bireyleri arasında sosyal fobisi olan şahıslar varsa diğer kişilerde de kendini gösterebilir.Bunun yanı sıra beynin korku yanıtı kısmını kontrol eden amigdala bölümü aşırı aktifse de fobi meydana gelebilir. Anksiyete bozukluğu, sıklıkla 13 yaş civarında kendini gösterir. Zorbalık, dalga geçilme ya da kötüye kullanım öyküleri ile bağlantılı olabilmektedir. Bunun yanı sıra sosyal ansiyete neden olur hakkında utangaç mizahlı çocuklar, yetişkinliğe geçtiğinde risk altındadır. Baskıcı, kontrolcü ebeveynlerin çocuklarında da yüksek bir risk taşımaktadır.

    Sosya Anksiyeteyi Ne Tetikler?

    Sosyal anksiyete belirtileri kendini farklı durumlarda gösterir. Bunlardan bazıları aşağıda olduğu şekildedir;
    1. İnsanların ilgi odağı olmak
    2. Yemek yerken ya da bir şey yaparken izlenmek
    3. İnsanlarla göz teması kurmak
    4. Halk içinde telefon görüşmesi yapmak
    5. Halk içinde yemek yemek
    6. Kalabalık bir ortama sonradan girmek
    7. Resmi ortamda bir şeyler söylemek zorunda olmak
    8. Kalabalık içinde ondan bahsedilmesi ya da eleştirilmesi
    9. Kalabalık bir ortamda diğer kişilere tanıtılmak

    Sosyal anksiyete nedir farklı tetikleyici durumlara da sahiptir. Ancak tanının konulabilmesi için fiziksel muayene yapılmakta, özel testler uygulanarak kaygı düzeyi ölçülmektedir. Böylece belirtiler hangi durumda, ne sıklıkla görüldüğü de ortaya çıkar.

Anksiyete

Anksiyete Nedir? Anksiyete Tedavisi ve Terapisi

Anksiyete Tedavisi İzmir’de merkezimizde uzman psikologlarımız tarafından yapılmaktadır. Anksiyete Bozukluğu terapisi ile birlikte psikiyatrik değerlendirme de gerekebilir.

  • Anksiyete Bozukluğu Terapisi İzmir randevu için bizimle iletişime geçiniz.

ANKSİYETE – KAYGI

Anksiyete hoş olmayan özellikleri ile diğer duygulanım şekillerinden ayrılan bir duygulanım şeklidir. Anksiyete, korku benzeri, hastalar tarafından iç sıkıntısı, kötü bir şey olacakmış hissi şeklinde tarif edilen bir duygu, uyarıcı bir sinyaldir. Kişinin tehdit ile başa çıkması için gerekli önlemleri almasını sağlar. Korku da benzer bir uyarıcı sinyaldir; ancak anksiyete ile ayırt edilmesi gerekir. Korku, dış odaklı, belirli bir tehdide karşı bir yanıt iken anksiyete bilinmeyen, iç odaklı, çatışmalı tehdide karşı bir yanıttır. Dışardan gelen bir tehlike karşısında birey korku duyarken, içten gelen çatışma ve tehlikeler bunaltı yaratır.
Devamı

Çocuklarda Ayrılma Kaygısı Bozukluğu

Ayrılma Kaygısı Bozukluğu

Ayrılık Anksiyetesi

Ayrılma Kaygısı Bozukluğu kişinin gelişim sürecinin dışında bağlandığı insandan ayrıldığında yüksek strese maruz kalmasıdır. Bu yazıda Ayrılma Kaygısı Bozukluğunun belirtilerinden, Ayrılık Anksiyetesinden, tedavilerinden, sebeplerinden ve önlemek için neler yapılması gerektiğinden ve özellikle çocuklarda ayrılma kaygısından bahsedilecektir.
Devamı

Pandemi Süreci ve Anksiyete

Pandemi Sürecinde Anksiyete ile Başetme

Tüm dünyayı etkileyen pandemi ve pandemi nedeniyle evde kalma zorunluluğu hepimizin anksiyetelerinin ve kaygılarının artmasına neden oldu. Hepimiz belirsiz bir süreçten geçiyoruz. Tedirginiz, kaygılıyız ve belirsizlik içerisindeyiz. Bu durum (kaygılarımız, endişelerimiz) belli bir seviyeye kadar gayet normalken bazılarımız için bir tehdit oluşturuyor. Özellikle zaten pandemi sürecinden önce de anksiyetesi olan bireyler için daha da tetikleyici olabiliyor. Çünkü kaygının bu seviyenin üzerine çıkmasıyla bilişsel fonksiyonlarımız da bozulmaya başlar.

Sürekli olumsuz senaryolar üretmeye başlayabiliyoruz, duyumsal duygumuzu kaybetme aşamasına gelebiliyoruz ve sağlıksız düşüncelerle zihnimizi sarabiliyor. Bunlar pandemi sürecinin içerisinde psikolojimize de zarar verir. Fiziksel sağlığımız kadar bu dönemde psikolojik sağlığımızı da korumanın yolları var. Öncelikle, planlama yapmak çok önemli oluyor. Böylelikle, günümüzü planlayarak bizim kontrolümüzde de bir şeylerin olduğunu hissetmek kaygımızı ve endişelerimizi minimum düzeye indirgeyeceğine inanıyorum. Mümkün olduğunca dışarı daha az çıkarak günlük aktivitelerimizi evde yapmaya çalışmalıyız. Çünkü, aslında fiziksel sağlığımızın korkusu bizi psikolojik olarak yıpratıyor ve endişelerimizi arttırıyor. Sosyal Medyadan devamlı çok fazla bilgi akışları var ve bu bilgi akışlarına maruz kalıyoruz. Bu dönemde kendimize güvendiğimiz birkaç bilgi kaynağı seçip günün sadece belli saatlerinde o bilgi kaynaklarına başvurmamız çok daha sağlıklı olacaktır. Böylelikle kendimizi hem yanlış bilgilerden korumuş oluruz hem de bizim tetikleyici dediğimiz bu kaygıyı sürekli yükseltecek ya da akut hale getirecek uyarıcıları biraz daha sınırlamış oluruz. Aynı zamanda, sokağa çıkma yasağının uygulandığında ve kısıtlamalar arttığında sanki devamlı bu şekilde yaşayacağız, devamlı kısıtlanacağız evimizden çıkamayacağız, insanlarla görüşemeyeceğiz gibi düşünceler zihnimizi işgal edip, kaygılarımızı maksimum seviyeye çıkardı. Böyle düşünceler aklımıza geldiğinde kendinize bunun geçici bir süreç olduğunu belli bir zaman sonrasında günlük hayatın normal akışına devam edeceğini işlerimize, okula gideceğimizi kendimize hatırlatalım. Özellikle ergenler için durum çok daha zorlayıcı olabiliyor. Zaten çok hoşnut olmadıkları halde aileleriyle, kardeşleriyle sürekli aynı ortamda kalma zorunluluğunda olmak, arkadaşlarıyla görüşememek gibi nedenlerle kaygılı ve öfkelidirler. Yaşı ve gelişiminden dolayı çok umursamaz gibi görünebilirler dışarı çıkmak ve arkadaşlarıyla görüşmek için ebeveynlerinin sert tutumlarıyla karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu durumda onlara bilimsel verileri anlatmak onlarla birlikte bilimsel verileri okumak, tartışmak yararlı olabilir. Son derece net olarak emir verici “Hayır evde kalacaksın! Bunu yapmayacaksın” gibi sözler yerine onun duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak, kaygılarını anlamaya çalışmak, onu anladığınızı belirtip ama şu andaki durum nedeniyle bunu değiştireceğimizi söylemek çok daha faydalı bir yoldur. Çocuk ve ergenlerin anksiyeteleriyle baş etmelerindeki temel koşul evde birlikte yaşadıkları yetişkinlerin kendi anksiyeteleriyle baş etmeleri olduğunu unutmayalım.

Buna ilaveten, anksiyeteyi arttıran nedenlerin başında kendisine ya da ailesine zarar geleceği hatta ölebileceği korkusudur. Kaygı da korona salgını gibi bulaşıcı bir duygudur. Eğer biz kaygımızı belli bir seviyede tutabilir, belirli önlemleri alarak hayatımıza devam edersek hem bizim psikolojimiz bu dönem bittiğinde çok daha iyi olacak hem de çocukların psikolojisini de korumuş olacağız. Virüsü, dünyayı, pandemiyi kontrol edemesek de kendimizi, evimizin içini ve evimizin içinde yapabileceklerimizi her zaman kontrol edebileceğimizi hatırlayalım.

Takıntı Hastalığı Nedir?

Takıntı Hastalığı Nedir?

Obsesif Kompulsif Bozukluk halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinir. Bizden yardım isteyen danışanlarımız da zaman zaman “bende takıntılar var”, “takıntı hastalığı yüzünden hayatım çok zor” diyerek durumu açıklarlar.

OKB NEDİR? Takıntı hastalığı nedir?

OKB, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal hastalıktır. Kişide fazlasıyla kaygı yaratır ve kişinin günlük hayatını olumsuz yönde etkiler. Genellikle süreğendir, bazen dönemsel alevlenmeler görülebilir.


OBSESYON

Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, anksiyete (kaygı) ortaya çıkartıcı ve yineleyici özellikteki düşünce, dürtü ya da imgelerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler. Sık görülen obsesyonlar şunlardır:

  • Kir, Mikrop, Virüs (Örneğin HIV) vb. Bulaşma Korkusu: Böyle bir durumda genelde aşırı yıkama, evde yaşayan tüm bireylerim tamamen temizlenmesi ile uğraşma gibi kompulsiyonlar ortaya çıkar.
  • Kapıların kilidinin açılmasından endişe duyma, açık pencere ve yanan ocak bırakma vb.
  • Cinsellik: Cinsel içerikli düşüncelerden ve cinsel konuşmalardan dolayı aşırı kaygılanma halidir. Cinsel ilişkiden kaçınma, karşı cinse bakmaktan kaçınma gibi kompulsiyonlar ortaya çıkabilir.
  • Dinsel düşünceler: Din ile ilgili aşırı kaygı ve aşırı uğraşma halidir. Günahkar olmaktan korkma gibi düşüncelere rastlanır. Bu gibi düşünceler sonucunda da tekrar tekrar abdest alma, sürekli besmele çekme gibi kompulsiyonlar ortaya çıkar.
  • Başkalarına ya da kendine zarar verme:Kontrolünü kaybedip yakınlarına ya da kendine zarar verebileceği gibi düşüncelerle aşırı uğraşma hali. Bunun sonucunda kesici aletlerden uzak durmak, çocuğunu kucağına almaktan kaçınmak gibi kompulsiyonlar ortaya çıkar.
  • Simetri/ kesinlik ihtiyacı: Her şeyin tam ve kesin bir düzeni olması gerektiğini düşünmektir. Böyle bir durumda genelde evdeki eşyaları simetrik yerleştirme, ayrıntılı kategoriler oluşturma gibi kompulsiyonlar ortaya çıkar.
  • Bir hata yapmanın ya da kötü davranmanın korkusu.
  • Başkalarının atabileceği şeyleri toplama ihtiyacı (istifleme).

KOMPULSİYON

Kompulsif davranışlar, obsesyonların neden olduğu kaygıyı hafifletmek için kullanılan tekrarlayan ritüellerdir. Aşırı, rahatsız edici ve zaman alıcı olabilirler. Günlük aktivitelere ve ilişkilere müdahale edebilirler. Şunları içerebilirler:

  • Tekrarlanan el yıkama (genellikle günde 100 veya daha fazla kez)
  • Bir kapının kilitli olduğundan emin olmak gibi birçok kez kontrol etme ve yeniden kontrol etme
  • Kıyafetleri her gün aynı sırayla giymek gibi katı düzen kurallarına uymak
  • Nesneleri istifleme
  • Çok saymak ve anlatmak
  • Nesneleri gruplamak veya belirli bir sıraya koymak
  • Kendisinin veya başkalarının söylediği kelimeleri tekrarlamak
  • Aynı soruları tekrar tekrar sormak
  • Tekrar tekrar dört harfli kelimeler kullanmak veya kaba (müstehcen) hareketler yapmak
  • Sesleri, kelimeleri, sayıları veya müziği kendi kendine tekrar etmek

Bulaşma Obsesyonu ve Temizlik Kompulsiyonu

Kişinin bedeninin ve giysilerinin kir, mikrop, toz gibi etkenler; kimyasal maddeler, deterjanlar, zehirler ile idrar, gaita ve diğer beden salgıları ile bulaşacağına ilişkin takıntıları ve bu takıntıların yarattığı sıkıntıyı gidermek için yaptığı davranışlarıdır.

34 yaşında ev kadını, eve gelen misafirlerin dışarıdan mikrop taşıyacağı şeklindeki obsesyon-larından dolayı evdeki tüm terlikleri yıkanabilir terlik olarak değiştirmişti ve misafirler gittikten sonra hepsini çamaşır makinesinde yıkıyordu.

 

43 yaşında erkek hasta, ev ortamı dışında tuvalete gitmiyor, evde de tuvalete her gittiğinde idrar sıçradığı şeklinde takıntılı düşünceler ile çoraplarını ve pantolonunu değiştiriyordu.

 

Bu örneklerde kişilerin bedenlerine ve elbiselerine değişik maddelerin bulaşacağı düşüncesi bulaş obsesyonu, ortaya çıkan sıkıntıyı gidermek için temizlik ve yıkanma davranışları yapmaları ise kompulsiyo-nu oluşturmaktadır.

Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu

En sık görülen obsesyon ve kompulsi-yonlardandır. Kişi gaz ocağı, kapı, kilit gibi nesnelerin açık kalmış olabileceğinden, ütü vs. elektrikli aletlerin fişlerinin prizde takılı kalmış olabileceğinden kuşku duyar (Kuşku obsesyonu) ve emin olmak için tekrar tekrar kontrol etme gereksinimi duyar (Kontrol kompulsiyonu). Bu kuşku ve kontroller yaşamın birçok alanında kendini gösterebilirler.

45 yaşında erkek hasta, her akşam işinden evine döndüğünde otomobilini park edip evine girdikten sonra otomobilin kapısını kilitlediğinden emin olmuyor ve bazen iki-üç kez olmak üzere sokağa çıkıp otomobil kapılarını kontrol ediyordu.

 

54 yaşında erkek hasta, her sabah kendi kullandığı otomobili ile bir kavşaktaki polisin yanından geçiyor, biraz uzaklaştıktan sonra “acaba otomobilin sol aynası ile polise çarpıp yaralamış mıyımdır?” şeklinde kuşkular nedeni ile geri dönüyor, polisin sağlıklı olduğundan emin olduktan sonra rahatlayarak işine gidiyordu.

 

Obsesyon ve kompülsiyonlar, günlük hayatta belirgin sıkıntıya neden olur. Toplumda takıntı hastalığı olarak adlandırılan bu durumlarda, kişi çok ciddi bir zaman dilimini bu yakınmaları ile uğraşarak geçirir. Kişinin olağan günlük işlerini, mesleki görevlerini ya da olağan toplumsal etkinliklerini önemli ölçüde bozar. Dünya Sağlık Örgütü tarafından en fazla yeti yitimi oluşturan 10 hastalık içinde OKB’yi de tanımlanmıştır.

OKB, sadece bilimsel arenada değil edebiyat ve sinemada, birçok kez konu olan bir hastalıktır. Shakespeare’in “Lady Macbeth”i unutulmayacak bir örnektir. Eşini öldürdükten sonra, ellerindeki kanların bir türlü temizlenmediği düşüncesi ile devamlı ellerini yıkaması, edebiyattaki obsesif kompulsif bozukluğa en eski örneklerdendir. Oysa ki ellerini yıkayarak kurtulmaya çalıstığı suçluluk ve günahkarlık duygusudur. Ünlü Ingiliz müzisyen Emilie Ford ise OKB’den ötürü yaşadığı sıkıntıları şöyle anlatmış:

 “Sanki iki beyniniz varmış gibi, biri akılcı beyin ve diğeri akıl dışı olan ve ikisi hiç durmaksızın kavga ediyor.”

1997 yılında çekilen “As Good as it Gets” filminde (Türkiye’de “Benden Bu Kadar” adıyla gösterime girmiştir.) Jack Nicholson pek çok garip davranış sergileyen bir karakteri canlandırır. Her gün öğle yemeğini aynı masada yeme zorunluluğunu hisseder ve kendi plastik çatal-bıçağını restorana getirir. Kapı kollarını dirsekleriyle açar…

Yaptığı çoğu şey, örneğin; yürürken çizgilere basmamak ya da konuşma ve düşünme şekli hayatını sürdürmeyi her geçen gün daha zorlaştırır. Bu karakter sevimli bir OKB’dir.


OKB SIKLIĞI

OKB önceleri nadir olarak görülen bir hastalık olarak kabul edilmesine karşın son yıllarda yapılan araştırmalarda hiç de nadir olmadığı belirlenmiştir. Büyük toplum kesimlerinde yapılan araştırmalarda OKB’nin her 100 kişiden 2-3’ünde görüldüğü saptanmıştır.

Genellikle ergenlik döneminde ve 20-30’lu yaşlarda başlamasına karşın, okul öncesi çağdaki çocuklar dahil herhangi bir yaşta görülebilir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başlamasına karşın genel olarak kadınlarda daha sık görülmektedir.

OKB’NİN NEDENLERİ

Herhangi bir kesinlik kazanmamasına karşın OKB’nin nedeni olarak birkaç varsayım üzerinde durulmaktadır.

Genetik Nedenler

OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi hastalığın genetik olabileceğini düşündürmektedir.

Beyin İşlevlerinde Bozulma ve Serotonin

Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda beynin bazı bölgelerinde ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin işlevlerinde bozukluk saptanması bunların OKB’nin nedeni olarak araştırılmasına yol açmıştır.

Çocukluk Çağı Travmaları

Çocukluk çağı travmalarına  (örneğin, cinsel istismar) maruz kalanlarda ileri yaşamlarında önemli bir stres yaşantısı ardından OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin OKB gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir.

Kişilik Özellikleri

Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler OKB’ye yatkın kişiler olarak değerlendirilmektedir.

Bir Takıntı ya da Kişilik Özelliği Ne Zaman Hastalığa Dönüşür?

Her takıntı hastalık değildir. Günlük hayatında “masumane/zararsız” takıntıları olan, ve bunları senelerdir sürdüren birçok insan vardır. Kişinin OKB olması için düşünce ve davranışların hastalık sayılabilmesi için günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğun olmalıdır. Örneğin, bir ev kadınının temiz ve düzenli olması doğal olarak hastalık sayılmaz ama hemen her gün, günün her saatinde temizlik yapıyor, her gün çamaşır yıkıyor ve bu davranışları nedeni ile de çocuklarına onları sağlıklı bir biçimde yetiştirebilmek için yeterli zamanı ayıramıyorsa hastalık olarak değerlendirilebilmelidir. Bir kişinin otomobilinin camlarının kapalı, kapılarının kilitli olduğundan emin olması güvenlik nedeni ile garip karşılanmayabilir ama evinden tekrar tekrar çıkarak ya da yolda geriye dönerek cam ve kapıları kontrol etmesi dikkat edilmesi gereken bir durumdur.

TEDAVİ

Yaşam kalitesinin yeniden sağlanması için OKB hastalarında tedavi zorunludur. Günümüzde OKB`li hastaların çoğunun ilaç ve davranış tedavilerinden yararlandığı bilinmektedir. OKB’de kullanılan antidepresanların, depresyon tedavisine kıyasla daha yüksek dozda ve daha uzun süre kullanılması gerekmektedir. Tedavinin olumlu etkileri ancak tedavinin başlamasından birkaç ay sonra ortaya çıkar. Çeşitli araştırmaların sonuçları, ilaç ve davranış tedavilerinin birlikte uygulanmasının en iyi sonucu verdiği yönündedir.

Psikoterapinin temel amacı, hastanın davranış ve duygularının değiştirilebilmesi amacıyla, problemlerinin altında yatan varsayımları ona gösterebilmek ve bunları yenmesinde yardımcı olmaktadır. Tedavide, hastanın, belirli bir program dahilinde, sıkıntısını ve kompulsiyonlarını artıran durumların üstüne gitmesi sağlanmakta ve bir yandan da kompulsiyonları önlenmektedir. Kompulsiyonların etkin bir biçimde durdurulması ya da önlenmesiyle, hastaların en korktukları durumlarla karşı karşıya kalmaları sağlanmış olur. Ve artık bundan etkilenmemeleri sağlanır. Rahatlık ve güven duygusu geliştirilir.

Yanlış inanışlar birçok hastanın bu ilaçları kullanmaktan kaçınmasına ya da ilaçları doktorun önerdiği dozdan daha düşük dozlarda ya da daha kısa sürelerle kullanmalarına neden olmaktadır. Bu durum OKB tedavisinin güçleşmesine neden olmaktadır.
İlaç  tedavisi

Özellikle serotonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar OKB tedavisinde oldukça yaralı olmaktadır. Serotonin Geri Alım Engelleyiciler adı verilen bu grup ilaçlar OKB tedavisinde yaygın ve başarılı şekilde kullanılmaktadır. Etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 10 hafta süre geçmesi beklenmelidir. Etkili olduğuna karar verilirse tedavinin gerekirse günlük doz arttırılarak en az iki yıl sürdürülmesi gerekir.

Bilişsel-Davranışçı Tedavi

Obsesif hastalar kaygı verici düşünceler ile bu düşüncelerden kaçarak ve kaçınarak başa çıkmaya çalışırlar. Ne var ki düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça bu düşünceler daha da artmakta ve böylelikle kısır bir döngü oluşmaktadır. Davranış tedavilerinde amaç hastayı obsesyonlarla  karşı karşıya getirmek ve bu kompulsiyonları engellemektir. Hedef rahatsızlık veren düşüncenin oluşturduğu kaygıyı söndürmek ve alışma durumunun oluşmasını sağlamaktır. Bu şekilde yapılan tedaviye alıştırma tedavileri adı verilir.

Bilişsel tedavilerde ise amaç rahatsız edici düşüncelerin oluşturduğu sorumluluk algısını azaltmaktır. Sorumluluk biçiminde bir algılama olmadığında hastalar akla gelen rahatsızlık verici düşünceleri yansızlaştırmak ve etkisiz kılmak için tekrarlayıcı davranışlar gösterme ihtiyacı hissetmeyeceklerdir. Amaç düşünceleri gerçek gibi algılamayı azaltmaktır. Bu nedenle tedavide tehdit tehlike ve aşırı sorumluluk algılarının ne oranda gerçekçi olduğu ve hangi düşünce  hataları sonucu abartılı tehdit ve tehlike algılarının ortaya çıktığı hasta ile birlikte araştırılır. Bilişsel hataların belirlenmesinden sonra yeterince işlevsel olmayan bu düşüncelerin daha gerçekçi ve işlevsel olanları ile yer değiştirmesi sağlanır. Düşüncelerinin  bir felaketle sonuçlanacağını düşünen hastalardan bu düşünceleri durdurmak yerine özellikle akla getirmeleri istenmekte ve ardından korkulan sonuçların oluşmadığını görmeleri tedaviye uyum sağlamakta önemli yararlar oluşturmaktadır.

AİLE VE ARKADAŞLARA DÜŞEN GÖREVLER

OKB’li takıntılı hastalar sıklıkla takıntılı düşünce ve davranışları çevredekiler tarafından fark edildiğinde, öğrenildiğinde nasıl karşılanacakları ile ilgili endişe yaşarlar. Çoğu hasta ayıplanacağı, dalga geçileceği, küçük düşürülebileceği düşüncesi ile hissettiklerini paylaşmaktan ya da açığa vurmaktan kaçınır. Hastalar, damgalanma kaygısı ile tedaviye hastalığın başlamasından çok uzun süre sonra gelebilmektedir.  Aile üyeleri ve arkadaşları hastanın zaman zaman çevreye de huzursuzluk verecek düzeye varan takıntılı davranışlarının hastalar tarafından engellenemeyen, karşı koyamadıkları düşüncelerden kaynaklandığını bilmelidir, tedaviye uyum sağlanması konusunda yardımcı olmalıdırlar.

Obsesif Kompulsif Bozukluk

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

Çoğumuz zaman zaman, çeşitli konularda ya da günlük hayatımızda korkulara, endişelere ve takıntılara sahip olabiliriz. Ancak çoğu kez günlük hayatımız içinde ortaya çıkan bu duygularımız ve düşüncelerimizle baş edebilir ve sorunlarımızı hayatımızı etkilemeden çözüme ulaştırabiliriz. Herhangi bir konuda takıntılı düşüncelerimizin ya da davranışlarımızın günlük yaşamımızı etkileyecek ve günlük aktivitelerimizi aksatacak/kısıtlayacak duruma gelmesinde “Obsesif-Kompulsif Bozukluk” aklımıza gelmelidir. OKB, daha önceden nadir olarak görülen bir ruhsal bozukluk olarak kabul edilmesine karşın, son yıllarda yapılan araştırmalarda o kadar da nadir olmadığı saptanmıştır. Yapılan araştırmalarda ortalama olarak, OKB’nin her 100 kişiden 2-3’ünde görüldüğü saptanmıştır. Genellikle başlangıcının ergenlik döneminde ve 20-30 yaşlarında olmasına karşın, okul öncesi dönemdeki çocuklarda dahil görülebilmektedir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başladığı saptanmasına rağmen, kadınlarda daha sık görülmektedir.

Yapılan araştırmalarda OKB’nin kesin bir nedeni bulunamasa da birkaç varsayım üzerinde durulmaktadır. OKB tanısı bulunan kişilerin anne-babalarında veya birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi, hastalığın genetik olabileceğini düşündürmektedir. Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda ise, beynin bazı bölgelerinde ve özellikle sinirsel iletimde önemli rolü olan serotoninin işlevlerinde bozukluk saptanmıştır. Çocukluk çağında yaşanan travmaların (örneğin; cinsel istismar) ve ileri yaşamlarında maruz kalınan stres yaşantısının OKB’nin ortaya çıkışında önemli bir payı olduğu görülmüştür. Ayrıca; titiz, kuralcı, ayrıntıcı ve mükemmelliyetçi gibi kişilik özellikleri olan kişilerin OKB’ye daha yatkın olduğu görülmüştür.

Obsesif Kompulsif Bozukluk’un bileşenlerinden biri olan “obsesyon”, takıntılı düşüncelere, fikirlere ve dürtülere verilen addır. Obsesyonlar kişinin zihninde oluşmasına engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşüncelerdir. Kişi tarafından zaman zaman mantıkdışı olarak değerlendirilebilirler, yoğun sıkıntıya, huzursuzluğa ve anksiyeteye sebep olurlar. “Kompulsiyon” ise, obsesyonları tolere etmek için oluşturulan yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerdir. Kompulsiyonlar, obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak amacıyla yapılırlar.

Her takıntılı, bizi rahatsız eden düşünce ya da davranış obsesyon veya kompulsiyon olarak adlandırılmamaktadır. Bu davranışların/düşüncelerin bozukluk olarak nitelendirilebilmesi için günlük işlevselliği etkileyecek, kısıtlayacak hatta bozacak kadar şiddetli ve yoğun olması gerekmektedir. Örneğin, evden çıkmadan önce evimizin kapılarını/camlarını kontrol etmemiz gayet normal bir durumdur; fakat kişi tekrar tekrar kontrol ediyorsa veya yoldan geriye dönerek cam ve kapıları kontrol ediyorsa bu dikkat edilmesi gereken bir durumdur.

Bulaşma, kuşku, cinsel içerikli, dini içerikli ve simetri/düzen en yaygın görülen obsesyonlardandır. Temizlik, kontrol, simetri/düzen, dokunma, sayma ve biriktirme/saklama kompulsiyonları da yaygın olarak görülmektedir. Pislik veya mikrop bulaşmasından korkma, başkasına zarar vermekten korkma, hata yapmaktan korkma, şeytanca veya günahkar düşünmekten korkma, düzen/simetri/kusursuzluk ihtiyacı, aşırı kuşku veya sürekli güvence ihtiyacı yaygın obsesyonlar arasında gösterilebilir. Tekrarlayan bir şekilde elleri yıkama/duş alma, el sıkışmayı/dokunmayı reddetme, kilit/ocak gibi şeyleri tekrar tekrar kontrol etme, rutin işleri yaparken içinden veya dışından sürekli sayı sayma, bir şeyleri belli bir biçimde sürekli olarak düzenleme, belirli kelimeleri/cümleleri/duaları tekrarlama, işleri belli bir sayıda yapma ihtiyacı, değeri olmayan şeyleri toplama veya biriktirme de yaygın olarak gözlemlenen kompulsiyonlara örnek verilebilir.

PANİK ATAK TEDAVİSİ İZMİR

PANİK ATAK TEDAVİSİ İZMİR

Panik Atak Tedavisi İzmir’de merkezimizde uzman psikologlarımız tarafından yapılmaktadır. Panik atak terapisi ile birlikte psikiyatrik değerlendirme de gerekebilir.

  • Panik Atak Terapisi İzmir randevu için bizimle iletişime geçiniz.

Panik atak nedir?

Panik atak tehlikede olduğumuza dair bir yanılsama, yoğun bir korku patlamasıdır. Bu yanılsamaları gerçek olarak algıladığımız sürece bu yoğun kaygı sürmekte ve birtakım fizyolojik belirtilerin ortaya çıkması ile birlikte daha da çekilmez bir hal alabilmektedir.

Panik atak sırasında, yoğun korku ya da rahatsızlık hissinin yanı sıra şu belirtilerden dördü (ya da daha fazlası) yaşanabilir;
-Çarpıntı,
-Kalp atışlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması,
-Terleme, titreme ya da sarsılma,
-Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları,
-Soluğun kesilmesi, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi,
-Bulantı ya da karın ağrısı,
-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma,
-Derealizasyon (gerçekdışılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma),
-Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracakmış korkusu,
-Ölüm korkusu,
-Parezteziler (uyuşma ya da karıncalanma duyumları),
-Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları.

Günlük yaşam içerisinde pekçok insan, zaman zaman panik anları yaşamakta ve bu sıralanan belirtilerden bir ya da birkaçını hissedebilmektedir. Bu, elbette ki doğal bir süreçtir; hiçbirimiz bir fanusun içinde yaşamıyoruz. Ancak bazılarımız, sürekli olarak bu belirtilerle ilgili derin düşüncelere dalarlar ve dikkatlerini yalnızca bu belirtiler üzerine yoğunlaştırmaya başlarlar.

Panik atak geçiren bireylerin yaşadıkları panik ataklarını nasıl anlattıklarına birkaç örnek vereceğim;
‘Nefes alamıyorum, kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor, yüzüme ateş basıyor, ellerim uyuşuyor kendimi acile atıyorum. Doktor bir şeyin yok dediğinde inanmıyorum. Birçok doktor gezdim. Hiçbirinden istediğim sonucu alamadım. Hepsi fizyolojik bir problemin yok dedi.’

‘Ne zaman geleceğini bilmiyorum, gittiğim her yerde ya burada kriz geçirirsem ne yaparım diye düşünüyorum.’

‘Evde oturuyorken kalp atışım bir anda hızlandı ardından nefes alamadım. Eyvah kalp krizi geçiriyorum dedim. Hemen acile koştum. Doktor kalbimle ilgili herhangi bir problemin yok dedi.’

Panik ataklarından muzdarip kişilerin ‘ya olursa’ düşüncelerinin ne kadar yoğunlukta olduğunu ve kontrollerini kaybetmekten korktuklarına şahit oldum. Yeni bir atak geleceği korkusu olarak tanımlanan beklenti anksiyetesi de panik atak yaşayan kişilerde/panik bozukluk tanılı hastalarda yeni bir atağın çıkma riskini yükselttiği görülmüştür. Arkadaşınız, inanmadığınızı belli ettiğinizde şakaya devam etmez; fakat inandığınızda işte o zaman arkadaşınıza eğlence çıkmıştır! Buradan da anlaşılacağı gibi ‘olumsuz düşünce biçimleri’ başlıca düşmanımız haline gelmektedir. Bu düşünceleri değiştirmek ve semptomları yok etmek amacıyla bir psikolog ile görüşmenizi tavsiye ederim.

PANİK ATAK (PANİK BOZUKLUK), TEDAVİYLE DÜZELEBİLECEK BİR PROBLEMDİR.

Anksiyete

KAYGI NEDİR? KAYGI BOZUKLUĞU NEDİR?

Kaygı Nedir?

Kaygı, kişinin bir uyaranla karşı karşıya kaldığında yaşadığı, bedensel, duygusal ve zihinsel değişimlerle kendini gösteren bir uyarılmışlık durumudur.
Dünyaya geldiğimiz anda bir öğrenme süreci içine gireriz ve bu süreç yaşamımızın sonuna dek devam eder. Öğrenme, kişinin yaşamını sürdürebilmesi ve süregelen yaşamdan doyum alması için gerekli tüm bilgi, eylem ve becerilerin kazanılması sürecidir. Devamı