Kategori: <span>İzmir Psikolog</span>

İzmir Psikolog

İzmir’de Psikologlar

İZMİR PSİKOLOG

İzmir psikolog yardımı arayanlar için birçok seçenek sunan bir şehirdir. İzmir'de çeşitli terapi yöntemleri uygulayan birçok psikolog vardır. İzmir, Türkiye'nin üçüncü büyük şehri ve Ege Bölgesi'nin önemli bir merkezi olarak, psikolojik sağlık hizmetleri alanında geniş bir yelpazeye sahiptir. Psikolojik destek arayanlar için de birçok seçenek sunan İzmir'deki psikologlar, çeşitli terapi yöntemleri ve uzmanlık alanları ile hizmet vermektedirler. İzmir'deki psikologlar hakkında detaylı bilgiler:

İzmir’de Psikolog Seçenekleri

İzmir'deki psikologlar, hem devlet hastanelerinde hem de özel kliniklerde hizmet vermektedir. İzmir psikolog önerisine ihtiyaç duyan kişiler ve psikolojik destek almak isteyenler için birçok alternatif bulunmaktadır:

1. Devlet Hastaneleri ve Üniversite Hastaneleri:
- İzmir’deki devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde görev yapan psikologlar, psikolojik değerlendirme ve tedavi hizmetleri sunmaktadır. İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege Üniversitesi Hastanesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi gibi büyük sağlık kuruluşlarında psikolojik destek alabilirsiniz. Bu hizmetler genellikle sigorta kapsamında olduğundan, maliyet açısından da avantajlıdır.

2. Özel Klinikler ve Psikolojik Danışmanlık Merkezleri:
- İzmir'de birçok özel psikolojik danışmanlık merkezi bulunmaktadır. Bu merkezlerde, bireysel terapi, çift terapisi, aile terapisi, çocuk ve ergen terapisi gibi çeşitli hizmetler sunulmaktadır. Özel kliniklerde çalışan psikologlar genellikle belirli alanlarda uzmanlaşmış olup, daha spesifik sorunlar için de destek sağlayabilirler.

3. Online Terapi Hizmetleri:
- Son yıllarda, online terapi hizmetleri de oldukça popüler hale gelmiştir. İzmir'deki psikologların birçoğu, yüz yüze seansların yanı sıra online seanslar da sunmaktadır. Online psikolog ile online terapi hizmeti, özellikle pandemi döneminde veya fiziksel olarak kliniklere gitme imkanı olmayan kişiler için büyük bir kolaylık sağlamaktadır.

İzmir'de En İyi Psikologlar

İzmir'de psikolojik destek arayanlar için birçok seçenek bulunmaktadır. Devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri, özel klinikler ve online terapi hizmetleri gibi çeşitli alternatifler arasından ihtiyaçlarınıza en uygun olan psikoloğu seçebilirsiniz. İyi bir psikolog seçimi yapmak, terapi sürecinin başarısı için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle yukarıda belirtilen kriterlere dikkat ederek seçim yapmanız önerilir. İzmir'deki psikologlar, geniş bir yelpazede sundukları hizmetlerle, ruh sağlığınızı iyileştirmek ve yaşam kalitenizi artırmak için yanınızdadır.

İzmir Psikolog Ücretleri

İzmir'de özel klinikler ve psikolojik danışmanlık merkezlerinde ücretler değişiklik gösterebilir. 2024 yılı itibarıyla, İzmir'de özel bir psikologdan seans almak için ortalama ücretler şu şekildedir:

  • Bireysel Terapi Seansı: 1500 TL - 3000 TL arasında değişmektedir.
  • Çift Terapisi ve Aile Terapisi: 1600 TL - 3200 TL arasında değişmektedir.
  • Çocuk ve Ergen Terapisi: 1500 TL - 2500 TL arasında değişmektedir.
  • EMDR Terapisi: Seans başına 1600 TL - 2200 TL arasında değişmektedir.

İzmir'de Psikolojik Destek Alanları

İzmir'deki psikologlar, çeşitli alanlarda uzmanlaşmış olup, farklı ihtiyaçlara yönelik hizmetler sunmaktadır. Bu alanlardan bazıları şunlardır:

- Depresyon ve Anksiyete Tedavisi: Depresyon, anksiyete bozuklukları ve stres yönetimi konusunda destek sağlayan psikologlar, bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi yöntemlerle etkili tedavi sunarlar.
- Çocuk ve Ergen Psikolojisi: Çocuklar ve ergenlerle çalışan psikologlar, gelişimsel sorunlar, davranış problemleri, okul sorunları ve aile içi ilişkiler konularında yardımcı olurlar.
- Çift ve Aile Terapisi: İlişki sorunları, evlilik problemleri ve aile içi iletişim konularında çiftlere ve ailelere yönelik terapi hizmetleri sunulmaktadır.
- Travma ve EMDR Terapisi: Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi travma temelli sorunlar için özel olarak eğitim almış psikologlar EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi teknikler kullanırlar.
- Bağımlılık Terapisi: Madde bağımlılığı, teknoloji bağımlılığı gibi sorunlarla başa çıkmak için uzmanlaşmış psikologlar, bireylere ve ailelerine destek sağlarlar.

İzmir'de Psikolog Seçerken Dikkat Edilmesi Gerekenler

İzmir'de bir psikolog seçerken dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta bulunmaktadır:

- Uzmanlık Alanı: İhtiyacınıza yönelik uzmanlaşmış bir psikolog seçmek, terapi sürecinin daha verimli olmasını sağlar.
- Eğitim ve Deneyim: Psikologun eğitim geçmişi ve deneyim süresi, alacağınız hizmetin kalitesini belirleyen önemli faktörlerdir.
- Referanslar ve Yorumlar: Daha önce hizmet almış kişilerin yorumları ve referansları, doğru psikoloğu seçmenizde yardımcı olabilir.
- Klinik veya Merkez Seçimi: Hizmet almak istediğiniz kliniğin veya merkezin lokasyonu, seans ücretleri ve sunduğu ek hizmetler de dikkate alınmalıdır.

Narsistle ilişkide sorunlar

Narsisizm Nedir? Narsizm Belirtileri Nelerdir?

Narsisizm, genellikle kişinin kendine aşırı bir hayranlık duyması, başkalarının ihtiyaçlarını göz ardı etmesi ve kendini sürekli olarak üstün görme eğilimiyle tanımlanan bir kişilik özelliğidir. Bu durum bazen sağlıklı bir özgüvenin ötesine geçer ve kişinin empati eksikliği, kibir ve başkalarıyla kurduğu ilişkilerde sorunlar yaşamasına neden olur. Narsisizm, klinik olarak daha ciddi bir boyuta ulaştığında, Narsisistik Kişilik Bozukluğu (NKB) olarak adlandırılır.

Narsisizmin temel belirtileri şunlardır:

1. Kendini Önemseme ve Üstün Görme: Narsisist kişiler, kendilerini olağanüstü görürler ve diğer insanlardan daha özel olduklarına inanırlar. Bu yüzden özel muamele beklerler ve sıradan kuralların kendileri için geçerli olmadığını düşünürler.

2. Beğenilme ve Onaylanma İhtiyacı: Narsisist bireyler, sürekli olarak başkalarından övgü bekler ve bu övgüleri almak için çaba sarf ederler. Onaylanmamak ya da takdir edilmemek, onlar için büyük bir hayal kırıklığına neden olabilir.

3. Empati Eksikliği: Bu kişiler, başkalarının duygularını anlama ve onları önemseme konusunda zayıftırlar. Başkalarının ihtiyaçları, arzuları ve hisleri onlar için genellikle geri planda kalır.

4. Fantezilerle Dolu Bir Zihin: Narsisist bireyler, sınırsız başarı, güç, güzellik veya ideal bir aşk gibi fantezilerle meşgul olabilirler. Bu fanteziler, onların gerçek dünyadaki eksikliklerini örtmek ve kendilerini daha iyi hissetmek için geliştirdikleri bir mekanizma olabilir.

5. Özel ve Eşsiz Olduğunu Düşünme: Kendilerini eşsiz ve sadece “özel” kişilerin onları anlayabileceğine inanan narsisistler, sıradan insanlarla bağ kurmakta zorlanırlar. Sadece kendilerine uygun gördükleri kişilerle ilişkiler kurmayı tercih ederler.

6. Kıskançlık ve Kıskanılma İnancı: Narsisist kişiler genellikle başkalarını kıskanır ve başkalarının da onları kıskandığına inanırlar. Diğer insanların sahip olduklarına ya da başarılarına karşı bir kıskançlık hissederler.

7. Kibirli ve Küçümseyici Davranışlar: Bu kişiler, başkalarını küçümseyen, alaycı veya kibirli bir tutum sergileyebilirler. Başkalarını değersizleştirerek, kendilerini daha önemli ve üstün hissetmeye çalışırlar.

8. Manipülatif Davranışlar: Narsisistler, başkalarını kendi çıkarları için manipüle edebilirler. Bu, onları kontrol etmek, kendilerine hizmet etmelerini sağlamak ya da kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılabilir.

9. Sınır Tanımama: Narsisist bireyler, ilişkilerde ve sosyal çevrede başkalarının sınırlarına saygı göstermezler. Bu, diğer insanların duygusal ya da fiziksel sınırlarını ihlal etme şeklinde kendini gösterebilir.

Narsisistik davranışlar bazen belli durumlarda ya da dönemlerde ortaya çıkabilir ve her narsist özelliğe sahip kişi mutlaka Narsisistik Kişilik Bozukluğu’na sahip değildir. Ancak bu özellikler sürekli ve yaygınsa, kişinin sosyal ilişkilerinde, iş hayatında veya genel yaşam kalitesinde ciddi zorluklara neden oluyorsa, narsisistik kişilik bozukluğundan bahsedilebilir. Bu tür durumlarda, kişinin profesyonel bir destek alması önemlidir, çünkü narsisistik eğilimler genellikle kişinin kendini geliştirmesini ve sağlıklı ilişkiler kurmasını engeller.

Gizli Narsisizm

Gizli narsisizm, diğer adıyla “örtük narsisizm,” dışa dönük ve kibirli narsisizmin aksine, daha içe dönük ve gizli bir şekilde kendini gösteren narsisistik bir kişilik özelliğidir. Bu tür narsistler, kendilerini daha kırılgan, hassas ve alçakgönüllü olarak gösterebilirler. Ancak, iç dünyalarında hala derin bir kendine önem verme, özel olma arayışı ve başkaları üzerinde üstünlük kurma isteği taşırlar. Gizli narsisizm, klasik narsisizmden farklı olarak daha zor fark edilir, çünkü bu kişiler kibirlerini ve kendine hayranlıklarını doğrudan dışa vurmak yerine, incinmişlik ve kurban olma duygusuyla gizlerler.

Gizli narsisizmin bazı belirtileri şunlardır:

1. Kırılgan Öz Saygı
Gizli narsistler, dışarıdan alçakgönüllü veya utangaç görünebilirler, ancak öz saygıları derinden kırılgandır ve sürekli onaylanma ihtiyacı duyarlar. Başkalarının onları yeterince takdir etmediği veya anlamadığı düşüncesiyle kolayca kırılabilirler.

2. Kurban Olma ve Kendine Acıma Eğilimi
Gizli narsistler, kendilerini sık sık kurban rolünde görürler. Başkalarının onları anlamadığına ya da yeterince değer vermediğine inanarak kendilerine acırlar. Bu, onların ilgiyi dolaylı yoldan toplamasına ve başkalarının empatisini kazanmalarına yardımcı olur.

3. Pasif Agresif Davranışlar
Duygularını doğrudan ifade etmek yerine, gizli narsistler pasif agresif davranışlar sergileyebilirler. Örneğin, duygusal tepkilerini bastırarak ya da dolaylı yoldan şikayet ederek, çevresindekilere rahatsızlık yaratabilirler.

4. Dışarıdan Onaylanma İhtiyacı
Tıpkı tipik narsisistlerde olduğu gibi, gizli narsistler de sürekli dışarıdan onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı içindedirler. Ancak bu ihtiyaçlarını daha gizli ve dolaylı yollarla ifade ederler. Başkalarının kendilerini fark etmediği ya da önemsemediği düşüncesi, bu kişilerde derin bir hayal kırıklığı yaratabilir.

5. Üstünlük ve Özel Olma Arayışı
Gizli narsistler, kendilerini diğer insanlardan daha farklı ve özel görürler, ancak bunu açıkça ifade etmek yerine, kendi iç dünyalarında bu üstünlük hissini yaşarlar. Kendi fikirlerinin ya da duygularının diğerlerinden daha derin ve anlamlı olduğuna inanırlar ve çevrelerinde bu algının kabul edilmesini isterler.

6. Kıskançlık ve İçe Dönük Öfke
Gizli narsistler, başkalarının başarılarını ve mutluluğunu kıskanabilirler, ancak bu duyguları açıkça ifade etmek yerine içe atarlar. Bu kıskançlık ve öfke, onları sürekli olarak başkalarını küçümsemeye ya da başkalarının hatalarını bulmaya iter.

7. Kendi Değerini Başkalarının Gözünde Ölçme
Gizli narsisizmde, kişi kendi değerini büyük ölçüde başkalarının onu nasıl algıladığıyla ölçer. Eleştirildiğinde ya da görmezden gelindiğinde, yoğun bir değersizlik ve aşağılık kompleksi hissedebilir. Bu da depresif duygulara ve sosyal geri çekilmeye yol açabilir.

Gizli Narsisizm ve İlişkiler

Gizli narsistler, ilişkilerinde genellikle daha pasif bir rol oynarlar. Kendilerini sürekli olarak aldatılmış, değersiz hissettikleri veya kimsenin onları anlamadığı düşüncesiyle, karşısındaki kişiye kendilerini suçlu hissettirebilirler. Partnerleri üzerinde dolaylı bir kontrol kurarak, onları kendi ihtiyaçlarına hizmet etmeye zorlayabilirler.

Gizli narsisizm, doğrudan gösterilen kibir ve üstünlük taslamanın aksine, daha çok içsel bir yaralanma ve tatminsizlik hissiyle örtülüdür. Bu tür narsisistler, sürekli olarak onaylanma ihtiyacı içinde ve başkalarının ilgisine aç olsalar da, dışarıdan daha kırılgan ve hassas bir kişilik olarak görünebilirler. Ancak bu maskenin ardında, derin bir kendini önemseme ve diğerlerinden üstün olma isteği yatar. Bu durum, gizli narsistlerle ilişkilerde karmaşık ve yanıltıcı bir dinamik yaratır, çünkü dışarıdan incinmiş ve hassas biri gibi görünseler de, derinlerde hala güçlü bir ben merkezcilik ve manipülasyon eğilimi taşırlar.

Patolojik Narsisizm

Patolojik narsist ne demek sorusunun cevabı: Patolojik narsistler narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerdir. Narsist kişilik bozukluğu ise özellikle abartılı bir kendini beğenmişlik duygusu, kendisine sürekli hayranlık duyulması ihtiyacı, empati eksikliği, kendi başarılarından aşırı gurur duyma, kibirli veya tepeden bakan tutumlarla karakterize bir kişilik bozukluğudur. Patolojik olarak nitelendirilmesi sağlıklı narsisizmden ayrılmasıyla ilgilidir. Patolojik narsisizmde aşırılıklar bulunur. İnsanlar genellikle narsistik kişilik bozukluğu olan insanları ukala, manipülatif, bencil, patronluk taslayan ve talepkâr olarak tanımlar. Bu düşünce ve davranış biçimleri, narsistin yaşamının her alanında; işten arkadaşlıklara, aileden aşk ilişkilerine kadar ortaya çıkar.

Narsisizm Belirtileri

Narsisizm belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Kişinin kendi önemini abartılı derecede yüksek görmesi
  • Kişinin kendi başarısı, zekâsı, güzelliği ile sürekli meşgul olması
  • Özel olduğu ve sadece yüksek konumdaki insanlarla anlaşabileceği inancı
  • Aşırı derecede hayran olunma ihtiyacı
  • Hak sahibi olduğuna inanma (özellikle taleplerinin hepsinin gerçekleştirileceğine ilişkin anlamsız beklentilere sahip olma)
  • Başkalarından faydalanma eğilimi
  • Empati yoksunluğu
  • Başkalarını kıskanma
  • Başkalarına saygısız davranma, kibirli ve küstah tutumlar sergileme
  • Sıklıkla yalan söyleme
  • Manipülatif davranış örüntüsü
  • Sürekli haklı çıkacağı ortamları yaratıp onaylanmak isteme
  • Kendisini özel ve eşsiz gördüğü için sadece üstün kişilerin kendisiyle ilişki kurması gerektiğini düşünme
  • Başkalarının kendisini kıskandığını düşünme

Narsisizm Nedenleri Nelerdir?

Narsisizm Nereden Gelir?

Narsistik kişilik bozukluğunun oluşumunda genetik, biyolojik ve çevresel faktörler etkileşim halinde rol oynamaktadır. Genetik faktörler diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi narsistik kişilik bozukluğunda da etkili olmaktadır. Narsistik kişilik bozukluğu üzerinde yapılan ikiz çalışmalarında kalıtımsal geçişin yüzde 25 ila 79 arasında değişebildiği sonucuna varılmıştır

Narsist kişilik bozukluğunun biyolojik faktörler ile ilişkisini araştıran çok fazla çalışma olmamasına rağmen mevcut çalışmalarda empati eksikliğinin nedeninin sinirsel bağlantılara bağlı olabileceği bulunmuştur.

Narsisizmin oluşmasında psikososyal sebeplere baktığımızda, soğuk, ilgisiz, reddedici ebeveynlik stillerinin olabileceği ve narsisizmin yeniden terk edilme veya reddedilmeye karşı benliği koruyucu bir savunma olarak gelişmiş olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan çocuğa aşırı hayranlık duyan, şımartan ebeveynlik stillerinin etkisiyle de narsisizmin ortaya çıkabileceği öne sürülmüştür. Yapılan çalışmalarda çocuklukta istismar ya da ihmalin de bu duruma yol açtığı gösterilmiştir.

Narsistik Kişilik Bozukluğu Olanlara Nasıl Davranılmalı?

Narsist bir karakterle yolunuz keşiştiyse hayatınızın en zorlu iletişimini kurmaya hazır olmalısınız. Büyüklük duyguları içinde, empatiden yoksun, başkalarını anlayamayan, kendisine yönelik değerlendirmeler ve eleştiriler konusunda aşırı hassas narsist karakter iletişim becerilerinizi de sabrınızı da zorlayabilir. Günümüzde herkesin hayatında eş, arkadaş, aile bireyleri, iş arkadaşı ya da birden fazla narsist bulunabilir. Narsist birey ne kadar yakınızdaysa zorlanmalar o kadar fazla olabiliyor.

Narsist ne zaman saygı duyar? Narsistik kişilik bozukluğu olan bireylere nasıl davranılmalı?

  • Olabildiğince tartışmalardan kaçının. Çünkü tartışmaya girdiğiniz konuda haklı olsanız dahi tartışma sonunda haklı çıkmayacaksınız.
  • Narsist bireyi suçlamaktan imtina edin. Çünkü her daim kendisinin haklı ve düşüncelerinin tek doğru olduğunu kabul eden bir insanı suçlamak doğal olarak onun en son isteyeceği durumdur. O an size tepki vermese bile içine atar ve kinlenir. Sonrasında sizin beklemediğiniz bir anda geri dönüşü olur.
  • Narsist bireyi yetersiz hissettirmeyin. Çünkü narsisizmin temelinde değersizlik hissi yattığından narsist bunu dengelemek için dışarıya çok değerli bir insan olduğu imajını çizse de, içinde değersizlik duygusu vardır ve bunu tetiklerseniz geri dönülmez bir tartışmaya girebilirsiniz.
  • Dışarıda iyi görünmek ve itibar narsistler için çok önemlidir. Bazen duygu ve düşüncelerinizi direkt söyleyerek değil, “Böyle yaparsan insanlar ne düşünür? gibi sorulardan yola çıkarak cevapları kendisinin bulup karar vermesini sağlayın.
  • Durumu kabul edin ve kendinize karşı dürüst olun. Onu değiştiremezsiniz, hatta o istese de değişmesi zordur. Duygularınızı, yaşadığınız acıyı açık ve dürüst şekilde anlattığınız halde sizi duymuyorsa muhtemelen psikolojik destek almadığı sürece duymayacaktır. Yine de yanında kalmaya devam ediyorsanız her seferinde düzeleceği umuduyla, sonrasında tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramayın.

Narsisizm Tedavi Edilebilir Mi?

Narsisizmle ilgili en sık merak edilen konuların başında narsisizm tedavi edilebilir mi? Narsist nasıl tedavi edilir? soruları gelir. Bu soruların yanıtını da genellikle narsistler değil, narsistle yaşamaya çalışan kişiler sorar. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip bireylerin nadiren kendi istekleri ile tedavi arayışına girdikleri görülmektedir. Narsist bireylerin yaşadığı en büyük zorluk yaşadıkları ve yaşattıkları şey ile ilgili farkındalığa sahip olmamalarıdır. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler psikolojik yardıma ihtiyaç duyduklarını hissettiklerinde en kısa sürede psikolojik destek almalıdır. Narsist kişiler ve narsistlerle ilişki sorunları yaşayan kişiler için yardımcı olabilecek uzmanlarımız izmir psikolog sayfasından incelenebilir. Bilişsel davranışçı terapi en sık tercih edilen yöntem olmakla birlikte tedavide gerçeğe uygun olmayan düşünceleri değiştirmek ve daha gerçekçi bir benlik imajı yaratmak önemli hedeflerdir.. Psikodinamik psikoterapi, narsistik kişilik bozukluğu tedavisinde etkili bir şekilde kullanılabilir, ancak süreç zor ve uzun olabilir. Narsistik kişilik bozukluğunun tedavisi kişinin sosyal hayatı, aile hayatı, ikili ilişkileri ve iş hayatının olumsuz etkilenmemesi açısından son derece önemlidir.

Narsistik kişilik bozukluğuna sahip olduğunuzu düşünüyorsanız, çevrenizdeki narsist bireyler psikolojik destek arayışındaysa veya narsistik bir ilişki içindeyseniz psikolog izmir görüşmeleri için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Bilişsel Davranışçı Terapi İzmir

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Nedir? Bilişsel Davranışçı Terapi Kimlere Uygulanır?

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), 1960’lı yılların başlarında Aaron T. Beck tarafından bulunan bir terapi yöntemidir. Terapistin danışanlarının olumsuz veya çarpık düşünce kalıplarının farkına varmasına yardımcı olmak için danışanla etkileşimli olarak geçirdiği kısa dönemli bir terapi tekniği olarak tanımlanır. BDT, olumsuz düşünceleri ve uyumsuz inançları tanımayı ve değiştirmeyi vurgulayan içgörü odaklı bir terapidir. Bu nedenle, psikolojik bir yeniden eğitim modelidir. Güncelde yaşanan problemlere odaklanırken bu soruna neden olan geçmişte yaşanan travmalar sonucunda geliştirilen düşünce hatalarına odaklanarak onları değiştirme ve dolayısı ile danışanları güncel hayatlarında yeni düşünme becerileri kazandırmayı ve becerileri uygulama ortamı sağlamayı hedefler. BDT’nin temel kuramı, bir duygusal olayın veya rahatsızlığın nedenini anlamak için bireyin üzücü olaya veya düşünce akışına tepkisinin bilişsel içeriği üzerinde odaklanmak gerektiğidir. Amaç, merkezdeki şemalara ulaşmak için kendi otomatik düşüncelerini kullanarak danışanların düşünme şekillerini değiştirmek ve şemayı yeniden yapılandırma fikrini vermeye başlamaktır.

Bilişsel Davranışçı Terapi Kimlere Uygulanır?

Tedavi yöntemi olarak bilişsel davranışçı terapinin kullanıldığı bazı rahatsızlıkları şu şekildedir:

  • Anksiyete bozuklukları
  • Panik bozukluk
  • Sosyal fobi
  • Depresyon
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Tik bozuklukları
  • Yeme bozuklukları
  • Somatoform bozukluklar
  • Obezite
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Cinsel işlev bozuklukları
  • Aile terapileri
  • Alkol-madde bağımlılığı
  • Sigara bağımlılığı
  • Uyku bozuklukları
  • Öfke kontrol bozukluğu

Yukarıda verilen psikolojik hastalıklara ek olarak, bilişsel davranışçı terapiye başvurmak için kişinin özel bir psikolojik rahatsızlığa sahip olması gerekmez. BDT insanların günlük hayatlarında ortaya çıkabilecek sorunları ve stresli dönemleri de daha iyi idare etmek için de kullanılabilir. Bilişsel davranışçı terapi, gerektiğinde antidepresanlar veya başka diğer tedavilerle birleştirildiğinde en etkili sonucu verebilir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Nasıl Uygulanır?

Bilişsel davranışçı terapi iki temel hedefe dayanır.

  1. Bilişlerimiz, duygu ve davranışlarımız üzerinde etkilidir
  2. Davranışlarımız, düşünce şeklimizi ve duygularımızı etkiler.

Terapist, problemin doğası ne olursa olsun esasen bireylere günlük yaşamlarındaki olayların alternatif yorumlarını yapmada yardımcı olacak yöntemleri uygulamakla ilgilenir. Birey içsel süreçlerinin bir kısmını farkında olmasa bile, terapi desteği ile oluşan bilinçli çabayla, bunların bir kısmına ulaşabilir, farkına varabilir. Psikolojik danışma sürecinde terapist danışanın sahip olduğu otomatik düşünceleri inceleyerek düşünme örüntülerindeki bozuklukların farkına varmasını sağlar. Otomatik düşünceler; aklımıza kendiliğinden gelen, sıklıkla fark edilmeyen, genelde sadece eşlik eden duygunun fark edildiği düşüncelerdir. Terapist danışandan hatalı olabilecek yorumlarını incelemesini ve sonra bunları yaşamındaki ilk deneyimlerine dek geri götürmesini ister, psikolog daha sonra nasıl sonuçlara vardığını ve böylesi bir sonuç çıkartmak için kanıtları olmadığında bu bilginin geçmişteki hatalı düşüncelere dayandığını fark ettirir.  BDT sürecindeki danışan bir olayı değerlendirirken abartılı düşüncelerini veya küçümseyici düşüncelerini fark edebilecektir.

Bilişsel Davranışçı Terapide Davranış Nasıl Değişir?

BDT’ye göre davranış değişimi temel olarak üç aşamadan oluşur.

  1. Kendi Kendini Gözlemleme

Değişim sürecinde ilk adım, danışanların kendi davranışlarını nasıl gözlemleyeceklerini öğrenmeleridir. Kendini gözlemlemeleri değişimin meydana gelmesi için gerekli bir aşama da olsa tek başına yeterli değildir. Terapi ilerledikçe danışanlar problemlerini farklı bir açıdan ele almalarını sağlayacak yeni bilişsel yapılar edinirler.

  1. Yeni Bir İçsel Diyalog Başlatma

Danışanlar terapi sürecinde içsel diyaloglarını değiştirmeyi öğrenirler. Yeniş içsel diyalogları yeni davranışlarına rehberlik eder. Bu sürecin danışanın bilişsel yapıları üzerinde etkisi büyüktür.

  1. Yeni Beceriler Öğrenme

Değişim sürecinin üçüncü ve son aşaması da danışanlara gerçek yaşam durumlarında uygulanacak daha etkili başa çıkma becerileri öğretmektir. Öğrendiklerinin istikrarı, kendilerine yeni edindikleri davranışları ve bunların sonuçları ile ilgili olarak ne söylediklerinden büyük ölçüde etkilenir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Teknikleri 

Pekiştirme

Kişinin kazanmak istediği davranışlara yönelik kendisi, yakınları veya terapisti tarafından desteklenerek bu davranışı pekiştirmesi amaçlanır.

Ana Odaklanma

Bireyin kendini meşgul eden geçmiş ve geleceğe dair kalıplaşmış olumsuz düşüncelerinden arınması ve şimdiki anda gözlemci rolüne bürünerek anın farkındalığını kazanması amaçlanır.

Günlük Tutma

Bireyin kendi duygu, düşünce ve davranışlarını gözlemlemesi ve olaylara farklı pencerelerden bakması sağlanarak kendi ve çevresel farkındalığını arttırılması amaçlanır.

Aşamalı Etkinlik Planı

Bilişsel Davranışçı terapideki bu davranışçı teknik ise daha çok depresyon ve anksiyetede kullanılır. Anksiyete ve depresyonda bozulan işlevsellikten dolayı rutin yapılması gereken işler erteletilebilir. Daha sonra ertelenen bu işler birer çığ haline geldiği için danışan bu işleri yapmak konusunda yeterince kendini motive hissetmeyebilir.

Böyle durumlarda kullanılan önemli tekniklerden biri Aşamalı Etkinlik Planı’dır.

Önce kaçınılan veya ertelenen durumların listesi çıkarılır. Örneğin;

  • Ödev hazırlama
  • Ev işlerini yapma
  • Tezini tamamlama

Daha sonra burada tüm işleri yapmak değil bir işi parçalara bölerek yapmak ve gerekli adımları yapmak önemlidir. Örneğin: tezini tamamlamak için yapılması gereken bir dizi adımları takip etmektir.

Sistematik Duyarsızlaştırma

Özellikle Fobi ve Anksiyetenin tedavisinde kullanılır. Güney Afrikalı psikiyatrist Joseph Wolpe tarafından geliştirilen bir tür davranış terapisidir. Gevşeme eğitimi (aşamalı kas gevşetme, nefes egzersizi) ile başlar. Korku/kaygı hiyerarşisi ile devam eder. En az korku duyulan durumdan en çok kaygı duyulan duruma doğru bir çalışma yapılır. Bu kısımda danışandan alınan öykü dikkatle işlenmelidir. Son aşama olarak duyarsızlaştırma gelir. Burada amacımız korku veren durum ile gevşemenin yeni bir bağ oluşturmasını sağlamaktır. Yani yeni bir öğrenme gerçekleştirmektir.

 Maruz Bırakma

Bireyin kaçınmakta olduğu durumlara küçük dozlarda maruz bırakılarak bireyin kaçındığı duruma olan duygu birikiminin hafifletilmesi amaçlanır. Kişi aslında korku/kaygı veren durum oldukça ya kaçınma davranışları gösterir ya da güvenlik arayışı davranışına yönelir. Kaçınma ve güvenlik arayışları sürdükçe de bu korku ve kaygı daha çok pekiştirilir. İşte bu sorunlu davranışı önlemek için maruz bırakma yöntemiyle danışana yardımcı olunabilir. Burada amaç sistematik duyarsızlaştırmada olduğu gibi korku/kaygının azaltılması değil, tam tersine korku/kaygıyı ortaya çıkarmaktır.

Prova Yapma

Bireyin kaçınmakta olduğu, kendisine zor gelen sosyal durumların yükünü terapistiyle prova yaparak hafifletilmesi, bireyin kaçındığı düzeyde zorlayıcı bir durum olmadığının fark ettirilmesi amaçlanır.

Bilişsel Davranışçı Terapi Kaç Oturum Sürer?

Bilişsel davranışçı terapide de diğer terapilerde olduğu gibi oturum sayısı danışan öyküsüne bağlıdır. Örneğin 45 yaşındaki bireyin yaşam deneyimine bakıldığında erken dönemde geliştirdiği düşüncelerin kalıcılığı ile 18 yaşındaki bireyin otomatik düşünce kalıplarının değişebilirliği aynı değildir. Bu düşünceleri değiştirmek ve yerine başka düşünceler koymak danışanın yaşam öyküsüyle ilgilidir. BDT’de terapist danışanın hızına ayak uydurur. Bu yüzden BDT süreciyle ilgili net bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak diğer taraftan terapistin amacı 10-12 oturum arasında danışanın kendisini daha rahat hissetmesine yardım etmektir. Bu yüzden oturumlar bazen 8 oturum bazen ise 14-15 oturum devam eder diyebiliriz.

Bilişsel davranışçı terapi izmir (bdt izmir) başlamak ya da izmir psikolog tarafından BDT ile ilgili bilgi almak, psikolog izmir görüşmesi ve izmir psikolog fiyatları için bizimle iletişime geçebilirsiniz

madde bağımlılığı tedavisi izmir

Madde Bağımlılığı Nedir? Madde Bağımlılığı Tedavisi

Madde bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütünün, 11. revizyonunu yayımladığı Uluslararası Hastalık Sınıflandırması El Kitabı’na göre, vücudun işlevlerini olumsuz yönde etkileyen maddelerin kullanılması, bundan dolayı zarar görüldüğü hâlde bu maddelerin kullanımının bırakılamamasıdır. Madde bağımlısı olan kişi, madde kullanamadığında yoksunluk belirtileri yaşar. Yoksunluk; madde alınmadığında ortaya çıkan fiziksel ve psikolojik semptomlara denir, semptomlar maddeye göre değişkenlik gösterebilir. Kişi yoksunluk belirtileri arttıkça maddeye olan toleransı gelişir ve bu şekilde madde kullanımının dozunu ve sıklığını arttırır.

Kişi Ne Zaman Madde Bağımlısı Sayılabilir?

Bir kişiye madde bağımlısı denilebilmesi için aşağıdaki durumlardan en az üçü 12 aylık bir süreç içerisinde görülen ve kişinin işlevini bozmaya başladığında kişi bağımlı denilebilir:

  • Planlandığından daha fazla madde almak
  • Bırakmak için sonuç vermeye çabalar
  • Toplumsal ilişkileri aksatmak
  • Tehlikeli durumlarda kullanmak-suç işlemek
  • Miktarı arttırmak
  • Madde ile ilgili konulara fazla zaman ayırmak ya da sosyal ilişkileri madde ile kurmak
  • Tolerans gelişmesi

 

Bağımlılık Yapan Maddeler

  • Tütün
  • Alkol
  • Opiyatlar: Morfin, Eroin, Kodein, Metadon
  • Uyarıcılar: Amfetamin, Ecstasy, Kokain, Kafein
  • Merkezi Sinir Sistemini baskılayanlar: Barbitüratlar, Benzodiazepinler (Diazem, Rohypnol, Xanax), Akineton
  • Halüsinojenler: LSD, Meskalin, Psilocybin,
  • Uçucu maddeler (Volatile hydrocarbons): Tiner, Benzin, Gazolin, yapıştırıcılar (Bali, UHU gibi yapıştırıcılar)
  • Esrar ve benzerleri
  • Fensiklidin (PCP)

Madde Bağımlılığı Belirtileri

Madde bağımlılığı belirtilerini üç grupta incelenebilir.

     1-Fiziksel Belirtiler

  • Gözde kızarıklık ve göz bebeklerinde büyüme
  • Uyku bozuklukları (çok uyuma/ hiç uyumama)
  • Yeme bozukluğu, genelde az yemek yeme ve buna bağlı ani kilo kaybı
  • Kusma ve iştahsızlık
  • Sürekli olarak yorgun hissetme
  • Epilepsi kaynaklı olmayan bayılmalar
  • Fiziksel olarak bitkin görünme
  • Hareketlerde koordinasyon bozukluğu
  • Kişisel olarak bakımdan eksik kalma
  • Ağız kokusu
  • Ellerde istemsiz titreme

     2-Davranışsal Belirtiler

  • Okula, derslere ya da işe karşı ilgide azalma
  • Başarıda düşme
  • Hobilere karşı ilgisizlik
  • Çevreden şikâyet alma
  • Maddi durumu madde kullanımına yeterli değilse çevreden sürekli borç alma
  • İçe kapanma, dış dünyayla minimum düzeyde bağlantı kurma
  • Agresif davranışlar sergileme
  • Göz kontağı kurmadan konuşmaya çalışma
  • Arkadaş grubunda değişiklik
  • Sosyal aktiviteler için buluşulan mekân değişikliği
  • Kötü kokuları bastırmak için gereğinden fazla parfüm, sakız kullanma
  • Suç işlemeye yatkın davranışlar
  • Duygu durumunda ani iniş-çıkışlar
  • Motivasyon eksikliği
  • Dikkat dağınıklığı
  • Aşırı şüpheci davranışlar

3-Psikolojik Belirtiler

  • Genel bir motivasyon eksikliği,
  • Odaklanma güçlüğü, dalgınlık veya uyuşukluk,
  • Herhangi bir sebebi olmaksızın korku duyma, içine kapanma, gerginlik yaşama veya aşırı şüphecilik

Madde Bağımlılığı Nedenleri

Madde bağımlılığı nedenleri çok çeşitli olabilir. Özellikle aile tutumu çok önemlidir. Ebeveyn çocuk arasındaki bağlanma ve ilgi eksikliği, zorbalık içeren davranışlara uğrama, aile içi kuralların olmaması veya açık uçlu olması, alkol ve madde bağımlılığı olan ebeveyne özenme veya maruz kalma gibi sebepler oldukça etkilidir. Sıklıkla görülen diğer sebepler aşağıdaki gibidir:

  • Merak
  • Kendi sınırlarını aşma çabası
  • Asilik
  • Farklı olma dürtüsü
  • Arkadaşlarına uyma
  • Gruptan kopmak istememe
  • Sorunlarını çözebilmek veya unutmak
  • Daha iddialı olmak/görünmek isteği

Madde özendiren bir kültürde büyümüş olmak da oldukça etkilidir. Bir maddeye bağımlı olan kişinin başka bir maddeye de bağımlılık geliştirme olasılığı daha yüksektir. Mizaç yapısı olarak daha dürtüsel, engellenme toleransı düşük, meraklı bireylerde madde kullanımı daha yaygındır.

Madde Bağımlılığı Zararları

Madde bağımlılığı olan kişiler madde kullandıklarında merkezi sinir sistemlerinin farklı bölgelerini etkileyen madde fiziksel ve psikolojik tahribata yol açar. Hücresel öğrenme denilen süreç ile vücut maddeyi tanır ve beyin hafızada bu tanıma bilgisini saklar. Madde kullanımının hiçbir zaman güvenli bir şekli yoktur.

  • Aklı ve iradeyi işlemez hale getirir. Kişiyi normal yaşam ve davranışlarından uzaklaştırır.
  • Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmlarına/kanamalarına sebep olur.
  • Tüm iç organların zarar görmesine ve buna eşlik eden bir dizi hastalığa neden olur.
  • Zehirlenmelere ve bu yolla gelen ölümlere sebep olur.
  • Uyuşturucular, bireyin çevreye uyum yeteneğini azaltır. Bağımlı giderek aileden ve çevresinden kopararak, yalnızlaşır. Çoğu zaman bu tabloya ağır bunalımlar eşlik eder.

Madde Bağımlılığı Tedavisi

Madde bağımlılığı tedavisi izmir mümkün olan bir sorundur. Madde bağımlılığından kurtulma yollarının birincisi bırakmaya karar vermektir. Karar vermek, yüzde yüz motive ya da istekli olmak demek değildir.  Madde kullananların çoğu başlamak için tamamen istekli ve motive olmayı bir koşul gibi gördükleri için bırakmayla ilgili ilk adımı atamazlar. Oysa istek ve motivasyon bazen ilk adımı attıktan sonra yükselir. Madde bağımlılığı evde tedavisi çoğu zaman işlevsel olmayabilir. Çünkü tedavide bireyin yalnızca kendi çabası yeterli olmaz. Madde bağımlılığı tedavisi yatarak ya da ayaktan olabilir. Bireyin hangi şekilde tedavi olacağı bağımlılığın şiddeti ile alakalıdır. Bağımlılığın tedavi süreci de üç yönlüdür bunlardan birincisi tıbbi destek ikincisi psikolojik destek ve üçüncüsü sosyal destektir. Bu yönlerden birinin eksik olması diğer tarafları da etkileyeceğinden tedavi sürecini zorlaştırmaktadır.

Bağımlılık tedavisindeki temel amaç kullanılan maddenin bırakılması ve yeniden kullanmamasına yönelik nüks önleyici çalışmaların yapılmasıdır. Yoksunluk belirtilerinin ortadan kaldırılması ve madde isteğinin azalmasına yönelik arınma (detoksifikasyon) süreci tıbbi destek ile sağlanmaktadır. Yoksunluk belirtileri kullanılan maddenin cinsine ve kişinin eşlik eden psikiyatrik bozukluklarına göre değişebilmektedir. Örneğin yoksunluk döneminde kişi terleme, titreme, eklem ve kas ağrıları, karın ağrısı, gerginlik ve huzursuzluk hissi, uyuyamama gibi sorunlar yaşamaktadır. Bu belirtilerin ortadan kaldırılması için tıbbi destek şarttır. Tıbbi destek kadar psikolojik destek de oldukça etkilidir. Çünkü madde bağımlılığı çoğu zaman bir psikolojik sorunla ortaya çıkmaktadır. Madde bağımlılığında psikolog izmir görüşmeleri oldukça önemlidir. Bağımlılık tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi ve Motivasyonel Görüşme Tekniklerinin etkin olduğu bilinmektedir.

Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal boyutları olan madde bağımlılığının tedavisinde rehabilitasyon merkezleri büyük bir öneme sahiptir. Bağımlılık tedavisi sonrası bireylerin tedavi kurumları ile irtibatta kalmalarını sağlayarak tekrar uyuşturucu madde kullanmadan sosyal hayata uyumlarını kolaylaştırmak amacıyla Bağımlı Hastalar İçin Rehabilitasyon Modeli (BAHAR) oluşturulmuştur. AMATEM 18 yaş ve üzeri Alkol/ Madde kullanım bozukluğu olan kişilerin tedavilerinin yapıldığı ayakta ya da yataklı tedavi hizmeti sunan bir rehabilitasyon merkezidir.

Hasta ve doktor iş birliğiyle yürütülen tedavi, 2-6 hafta arasında hastanede yatarak arındırma ve bir yıl süre ile psiko-sosyal tedavi şeklinde gerçekleşmektedir. En iyi korunma yolu hiç başlamamaktır.

Madde bağımlılığı için hangi doktor izmir ile ilgili bilgi almak,madde bağımlılığı tedavisi ya da önleme çalışmaları ile ilgili alanında yetkin izmir psikolog arayışı içindeyseniz bizimle iletişime geçebilirsiniz.

bulimia nervoza

Bulimia Nervoza Nedir? Bulimia Nervoza Belirtileri ve Nedenleri Nelerdir?

Bulimia nervoza, çok miktarda yiyeceğin aniden tüketilmesinin ardından kilo alımının engellenmesi amacıyla kusma, aç kalma, aşırı egzersiz gibi telafi edici bir davranışın takip ettiği dönemden oluşur. Bu dönemin iki özelliği vardır. Birincisi, aşırı miktarda yiyeceğin, diğer bir deyişle, çoğu insanın yiyebileceğinden daha fazla yiyeceğin kısa bir süre içinde (örneğin, 2 saatte) yenmesidir. İkincisi ise yemek yeme esnasında kontrolün kaybedildiği hissi, yani kişinin yerken duramayacağını hissetmesidir. Bulimia atağı yaşayan kişiler saatte bu süre boyunca 2500- 3500 civarında kaloriye sahip olan besinleri tüketebilirler.

Bulimia Nervoza Belirtileri

Bulimia nervozanın belirtileri aşağıdaki şekildedir:

  • Sık ve yoğun şekilde egzersiz yapma
  • Bir oturuşta yoğun miktarda yemek yemek, yiyecekleri saklamak
  • Yemeklerden hemen sonra tuvalete gitmek
  • Yemeklerden sonra idrar sökücü ve müshil gibi temizleyici ilaçlar kullanmak
  • Alınan kaloriler için yoğun miktarda egzersiz yapmak
  • Aşırı yemek yemek
  • Yorgunluk
  • Sık sık tuvalete gitmek
  • Kilo hakkında konuşmak istememek
  • Sosyal aktivitelerden kendini geri çekmek
  • Sosyal izolasyon
  • Sürekli olarak kilo ve vücut şekli ile ilgili düşüncelere sahip olma
  • Kilo alma korkusuyla yaşama
  • Aşırı sinirlilik
  • Aşırı derecede depresif, suçlu hissetmek ve aşırı yeme olayından sonra gerçeklikten kopmak
  • Sık sık özeleştiri yapma ihtiyacı
  • Kontrolden çıkmış hissetmek
  • Sık sık onay alma ihtiyacı
  • Yeme atakları arasında uzun süre aç kalma, kalori kısıtlaması yapma
  • Bitkisel zayıflama çayı benzeri ürünleri kullanma

Bulimia Nervoza Nedenleri

Bulimia nervoza nedenleri uzmanlar tarafından kesin olarak belirlenmemiştir. Ancak diğer yeme bozukluklarında da olduğu gibi hastalığın oluşmasında ve gelişmesinde genetik, çevresel ve psikolojik etkenlerin yer olduğu bilinmektedir. Bulimia nervoza hastalığı kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Bu durumun altına kadın beden algısı ve toplumsal roller de yatmaktadır. Hastalık genellikle ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerinde ortaya çıkar. Buluğ çağı farklılaşan hormonlar, beyin fonksiyonlarının değişmesi, yaşam koşullarının değişimi, rol değişimi gibi faktörler yeme bozuklukları oluşumu açısından öne çıkan sebeplerdir.

Biyolojik ya da genetik olarak anne, baba, kardeş gibi birinci derece yakınında yeme bozukluğu olan bireylerde bulimia nervoza riskinin daha fazla olduğu bilinmektedir. Çocukluk döneminde fazla kilolu olan kişilerin de ileride bulimia hastası olma ihtimalinde artış söz konusudur.

Psikolojik ve duygusal konulardaki hassasiyet de beslenme bozukluklarına yol açabilir. Depresyon, anksiyete bozuklukları veya uyuşturucu madde kullanımından kaynaklanan bozukluklar gibi psikolojik ve duygusal sorunlar da yeme bozuklukları ile yakından ilişkilidir. Bulimia nervoza hastaları kendileri ile ilgili olumsuz benlik algısına sahip olabilir. Bazı vakalarda travmatik olaylar ve çevresel stres, bulimia hastalığının gelişmesinde rol oynadığı bulunmuştur.

Sürekli olarak diyet yapan bireylerde de bulimia nervoza riski saptanmıştır. Bulimia hastalarının pek çoğu yemek atakları arasında çok sıkı bir kalori kısıtlaması yapar. Bu kısıtlama tekrar yeme ve çıkartma atağını tetikleyebilir.

Anoreksiya Nervoza ile Bulimia Nervoza Arasındaki Farklar

Anoreksiya nervoza ile bulimia nervoza arasında tanı ayrımı yapmak çok zor olabilmektedir.  Bunun başlıca sebebi hastaların genelde hastalığı inkâr etmeleridir. Bu şekilde de psikolog izmir hastalığı teşhis etmekte özen göstermezse aradaki ayrımı göremeyebilir. Ancak iki hastalıkta da ortak nokta yeme bozukluğu temel sorunu olduğundan tedavileri çok benzerdir.

Anoreksiya nervoza da bireyler öğünleri atlar, yediği yemeğin miktarını doğru söylemez, az kalorili yemekler yer, bedeniyle alakalı olumsuz söylemlerde bulunur, başkalarının yanında yemek yemez, az kalorili yiyeceklerden sonra bile yoğun egzersizler uygular. Bulimia nervoza hastaları ise yedikten sonra tuvalete gider, yeme atakları geçirir, devamlı olarak kilosu ve beden görüntüsü ile ilgili kaydı duyar bu sebeple bu konu hakkında konuşmaktan kaçınır. Aralarındaki en belirgin fark; anoreksiya nervoza hastaları fazla miktarda kilo kaybederken bulimia hastaları genellikle kilo kaybetmezler.  Birinde yemek yeme tamamen bırakılırken birinde hızlı ve gizli yemek yeme ve sonrasında yediklerini çıkarma söz konusudur. Anoreksiya nevrozalı hastaların %30-50’sinde bulimia nevroza semptomları da görülmektedir.

Bulimia Nervoza Tedavisi

Bulimia nervoza tedavisinde birkaç farklı yöntemin bir arada kullanılması tedavi başarısını artırır. Bulimia nervoza tedavisi için en etkili yöntem antidepresan ve psikoterapiyi birlikte yürütmektir. Beden algısı ve benlik söylemleri için psikoterapi olmazsa olmazdır denebilir. Geçmiş ve mevcut travmaları kabul etme ve bunlarla rasyonel bir şekilde başa çıkma becerilerinin olmaması, bulimia nervoza, diğer yeme bozuklukları olan kişilerin, olumsuz duygularını ve düşüncelerini profesyonel yardım almadan yenmeyi çok zor bulmalarının nedenlerinden biridir. Bu sebepler bulimia hastalarının bir psikolog izmir görüşmesi yapmasını gerekli kılmaktadır.

Bulimia nervoza tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi, Aile Terapisi en çok tercih edilen terapi yöntemidir. Bireyler BDT ile olumlu ve olumsuz düşünceleri ve duyguları tanımlama, olumsuz duygu ve düşünceleri durdurmayı ve değiştirmeyi engelleyen tetikleyicileri ve engelleri belirleme, hastaların gerçekliği nesnel olarak algılamaya odaklanma yeteneğini geliştirme, hastaların gerçekte temeli olmayan spontane duyguları hakkındaki farkındalıklarını artırma gibi beceriler kazanırlar. Aile temelli terapi tedavisi sürecinde ise ebeveynlerin, gençlerinin sağlıksız yeme davranışlarını durdurmanın yanı sıra gençlerin kendi beslenmesini kontrol altına almasına yardımcı olmaktadır. Bulimia hastasının diyetisyen yardımıyla hazırladığı beslenme listesi de zararlı yeme ataklarını önlemeye ve atak arasındaki aşırı kalori kısıtlamanın ortadan kaldırılmasına yardımcı olur. Bu süreçte bulima hastasının yakın çevresine de bulimia nervoza ile psikoeğitim vermek oldukça önemlidir, bireyin hastalığı yenme aşamasındaki sosyal desteği önemli ölçüde arttırır.

Bulimia Nervoza Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Bulimia nervoza kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Bulimia tedavi edilmezse ciddi sorunlara da yol açabilmektedir. Bulimia hastalığının tedavisi oldukça kolay olmakla beraber, psikologlar tarafından yürütülen terapiler halinde yapılmaktadır.  Ancak birey durumu inkâr eder ve ısrarla tedavi olmak istemez ise oluşabilecek bazı semptomlar aşağıdaki gibidir:

  • Kanlı gözler
  • Elin arkasında nasır oluşumu
  • Göğüs ağrısı
  • Kronik kabız (müshil ve lavman nedeniyle)
  • Sık sık boğaz ağrısı
  • Baş ağrısı
  • Kalp çarpıntısı
  • Baş dönmesi, bayılma, denge kaybı
  • Karın ağrısı
  • El ve ayak şişkinliği
  • Diş hassasiyeti
  • Boğazda aşınma
  • Diş hastalıkları (sarı ve çürük dişler)
  • Kusma kaynaklı yanak şişkinlikleri

Unutmayın ki bulimia nervoza ciddi bir yeme bozukluğudur. Bulimia nervoza hastalığına sahipseniz ya da çevrenizde psikolojik destek almak isteyen bireyler var ise izmir psikolog ile ön görüşme yapmak ve detaylı bilgi için  https://www.psikoaktif.com/bize-ulasin/ adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Paranoid Kişilik Bozukluğu (PPD) Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Paranoid kişilik bozukluğu (PPD), Küme A veya eksantrik kişilik bozuklukları olarak adlandırılan grubun içinde yer alan bir kişilik bozukluğudur. Paranoid kişilik bozukluğu olan bireyler başkalarından sürekli olarak şüphe duyarlar. Bu şüphe; aileye, eşe, arkadaşlara ve diğer sosyal ortamlarda bulunan kişilere karşı olabilir. Temel kriterlerden biri şüphe duymak için yeterli sebep olmamasına rağmen başkalarından şüphe duymaktır. Paranoid kişilik bozukluğu çocukluk ya da erken ergenlik döneminde başlar. Erkeklerde kadınlara göre daha yaygın olarak görülür.

Paranoid Kişilik Bozukluğu (PPD) Neden Olur?

Paranoid kişilik bozukluğunun temel sebebi bilinmemekle birlikte psikolojik ve biyolojik faktörlerin birleşmesi ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. Paranoid kişilik bozukluğuna sahip kişilerin yakın akrabalarında da kişilik bozukluğu olma ihtimalinin yüksel olduğu bulunmuştur. Özellikle şizofreni ve sanrısal bozukluğun paranoid kişilik bozukluğu ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Birey, çocukluk döneminde ihtiyacı olan sevgi, ilgi, şefkat ve güvenlik duygusundan mahrum kalırsa gelecek yaşantısında paranoid özellikler gösterecek ve çevresindeki insanlara güvenmeyecektir. Bununla birlikte erken dönem olumsuz deneyimlerin (fiziksel, duygusal, cinsel, psikolojik şiddet) paranoid kişilik bozukluğunun gelişiminde önemli bir rolü olduğu bilinmektedir.

Paranoid Kişilik Bozukluğunun (PPD) Belirtileri Nelerdir?

Paranoid kişilik bozukluğunun belirtileri şu şekildedir;

  • Gerekçesiz şekilde zarar görme, aldatılma veya kullanılma şüphesinde olma
  • Şüphe nedeniyle başkalarına güvenmede isteksizlik
  • Eşin sadakatinden haksız yere şüphe duyma
  • Başarısızlıktan ve aşağılanmaktan yoğun şekilde korkma
  • Karşılaştığı kötü davranışları asla affetmeme
  • Algılanan hatalar için kin tutma
  • İlişki kurmada, başkalarıyla çalışmakta zorlanma
  • Tartışmalarda her zaman haklı olduğuna inanma
  • Sorumluluktan ve suçu üstlenmekten kaçınma
  • Kendini korumak için aşırı ve saldırgan bir tarz ile hareket etme
  • Başkalarını suçlama
  • Sabit fikirli, inatçı ve katı bir yapıya sahip olma
  • Kızmaya, öfkelenmeye ve agresifleşmeye hazır olma
  • Otoriteye karşı başkaldırma
  • Yalan söylemeye ve gerçekleri farklı göstermeye eğilim
  • Diğer insanların kendisine karşı iyi davranışlarından gizli anlamlar çıkarma eğilimi

Paranoid Kişilik Bozukluğu (PPD) Nasıl Teşhis Edilir?

Paranoid kişilik bozukluğu teşhisi için psikolog görüşmesi gereklidir. Uzman psikolog tarafından gözlem yapılması ve kriterlere uygunluğunun ölçülmesi önemlidir. Psikiyatristler ve psikologlar, bir kişinin kişilik bozukluğunu değerlendirmek için özel olarak planlanmış görüşme ve değerlendirme araçlarını kullanırlar. (Tıbbi geçmiş, fiziksel inceleme, semptomların değerlendirilmesi, psikolojik testler, semptomlara neden olabilecek diğer psikiyatrik bozuklukları ekarte eden testler)

paranoid kişilik bozukluğu

Tanı kriterlerine göre psikolog görüşmesinin ardından erken ergenliğin başında başlayan ve birçok şekilde görülen, güvensizlik ve şüphecilik işaretlerini izleyen yukarıdaki belirtilerden dört ya da daha fazlasının bulunması kişide paranoid kişilik bozukluğu olma ihtimalini güçlendirmektedir.

Paranoid Kişilik Bozukluğu (PPD) Nasıl Tedavi Edilir?

Paranoid kişilik bozukluğunun tedavisinde öncelikli olarak bilinmesi gereken şey kişilik bozukluklarının tedavi edilmediği taktirde daha kötüye gidebileceğidir. Kişilik bozukluğuna sahip olan kişiler ilerleyen dönemlerinde alkol ya da uyuşturucu kullanabilir, şiddete meyilli olabilir, hastaneye yatırılabilir, kendine veya çevresindeki insanlara zarar verebilir.

Paranoid kişilik bozukluğunda en etkili tedavi yöntemi psikoterapidir. Paranoid kişilik bozukluğuna sahip bireyler başka birine güvenmekte zorluk çekmesi psikolog görüşmelerinde sorun olabilmektedir çünkü bu kişiler genellikle tedaviye ihtiyaç duymazlar. Güven ilişkisi psikoterapi görüşmelerinde olmazsa olmaz bir etkendir. Tedavi olmak isteyen hastalarda psikoterapi tercih edilir. Terapide psikolog hastaya genel başa çıkma becerilerini, özellikle güven ve empatiyi artırmanın yanı sıra sosyal etkileşimi, iletişimi ve benlik saygısını geliştirmeye odaklanılır. Genellikle ilaç kullanılmaz ancak kişinin semptomları şiddetli ise ve anksiyete, depresyon ile ilgili bir psikiyatrik rahatsızlık eşlik ediyorsa ilaç tedavi sürecine dahil edilebilir.

‘’Paranoid kişilik bozukluğu tedavisi ne kadar sürer?’’ sorusu ise kişinin semptomlarına, semptomları yaşama sıklığına, yaşına, sosyal çevresine, tedaviye sadık kalmasına bağlı olarak değişkenlik gösterdiği yönündedir.

Paranoid Kişilik Bozukluğu (PPD) Olan Birine Nasıl Davranmalıyız?

  • Paranoid kişilik bozukluğuna sahip biri ile yaşamak başlı başına zor bir yoldur. Çünkü kendinizi sürekli baskı altında hissedebilirsiniz, sürekli olarak tartışmaların içinde bulabilirsiniz. Yapmadığınız şeyler konusunda itham ediliyor olabilirsiniz. Sizin de kendinizi korumak adına bu hastalığa sahip bireylerle yaşarken bu konuyu iyi bilmeniz onları anlamanıza yardımcı olacaktır. Paranoid kişilik bozukluğu ile ilgili araştırmalar, okumalar yapabilirsiniz. Eğer çok yakın iletişimde olduğunuz biri ise psikoeğitim programlarına katılabilirsiniz.
  • Paranoid kişilik bozukluğuna sahip olan bireylere açık olmak, bir şey saklamamak önemlidir. Güvenmekte zorlanan kişiler oldukları için zor inşa ettikleri güveni yıkmamak onların tetiklenmemesi için yardımcı olacaktır.
  • Doğal olmak da oldukça önemlidir. Bu kişilerle ilişki kurarken samimi olmalısınız. Eğer romantik bir ilişki yaşıyorsanız sadakatinizi kanıtlama çabasına girmemelisiniz. Çünkü bu şekilde de paranoid kişilik bozukluğu olan kişide ‘sorgulanacak bir durum var’ mesajı veriyor olabilirsiniz.
  • Eğer çevrenizde sıklıkla iletişim kurduğunuz kişilerden biri paranoid kişilik bozukluğuna sahipse yüksek ihtimalle kendinizi tartışmanın içinde bulabilirsiniz. Bu tartışmayı uzatmamak size düşen bir görev olacaktır. Çünkü bu kişilerle ‘dişe diş’ şeklinde diyaloglara girerseniz aranızdaki ilişki geri dönülmez bir hal alabilir. Sakin kalmalısınız.
  • En önemlisi ise çevrenizde paranoid kişilik bozukluğu hastası biri varsa onu profesyonel bir psikolog görüşmesine teşvik etmelisiniz. Uzman izmir psikolog desteği ile tedavinin mümkün olduğunu unutmamalısınız.

 

Paranoid kişilik bozukluğu ile ilgili okuduklarınız sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tedaviye ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız ya da çevrenizde ihtiyacı olan biri var ise alanında uzman izmir psikologlarına ulaşmak için tıklayın.

mitomani nedir

Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Nedir?

‘’Mitomani ne demek?’’  Sorusunun psikiyatride karşılığı patolojik yalan, yalan söyleme alışkanlığıdır. Bu hastalığa sahip kişilere mitoman denir. Bu hastalık ilk olarak 1891 yılında Alman Dr.Delbrueck tarafından tanımlanmıştır. Yalan söylemeye ve abartmaya hastalık derecesinde eğilimli olmak ya da patolojik yalan olarak bilinmektedir. Mitomani kelimesi ise Yunanca bir kelime olan ve efsane anlamına gelen “muthos” ile Latince bir kelime olan ve delilik anlamına gelen “mania” sözcüklerinden oluşmuştur. Mitomani halk arasında durduk yere yalan söyleme hastalığı, sürekli yalan söyleme hastalığı ya da gereksiz yere yalan söyleme hastalığı olarak da bilinir.

Gerçek yalan, kötü niyetli ve aldatıcı olmaktadır. Yalan söyleyen belli bir amaç doğrultusunda söyler ve çıkarı vardır. Patolojik yalan ise yalan söyleme alışkanlığıdır. Mitomanide kişinin çıkarı kendisini daha değerli hissetmektir. Mitomanide yalan söyleme davranışı kişinin psikolojik olarak ihtiyaç duyduğu ilgiyi sağlayarak kişinin rahatlamasını sağlar. Klinikte özellikle, antisosyal kişilik bozukluğu olan, bipolar duygudurum bozukluğu olan veya depresyon, anksiyete gibi çeşitli psikolojik rahatsızlıklara sahip hastalarda mitomanik yalan söyleme davranışı görülebilir. Genel toplumda görülme oranı 1000 kişide 1 dir. Erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür.

Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Belirtileri Nelerdir?

Mitomani belirtileri şu şekildedir;

  • Mitomanik yalanın ayırt edici özelliği kişi kendisini utanç verici,cezalandırılacağı bir durumdan kurtarmak veya bir durumun gizliliği için yalan söylemez. Mevcut ortamda herhangi bir şekilde yalan söylemeyi gerektirecek bir şey olmamasına rağmen ısrarla yalan söylemeyi sürdürür.
  • Mitomanik yalanlarda; ifadeler oldukça derinlikli, inandırıcı, detaylı ve abartılıdır. Bundan dolayı mitomanik kişiler karşısındaki kişiye yalanını çok rahat şekilde inandırabilir.
  • Mitomanlar genelde söylediği yalanlarda kendilerini çok mağdur ya da çok haklı olarak anlatırlar. Bunun sonucunda ise övgü ya da acıma duyguları ile ilgiyi üstlerine çekerler.
  • Mitomani davranışını uzun süre sergileyen kişiler, söyledikleri yalanları gerçekmiş gibi algılamaya başlar. Mitomanlar çoğu zaman kendi söyledikleri yalanlara inanırlar. Bu sebeple aksine ısrarla karşı çıkarlar.
  • Mitomanlar üstün sözel yeteneğe sahiptirler.
  • Mitomanlar yalanları ile ilgili gelen sorulara hızlı bir şekilde cevap verebilirler. Yalanı çok hızlı kurgulayabilirler.
  • Sosyal olarak yalnızlaştıkları için kendilerini keşfedilmemiş yetenek olarak görebilirler.
  • Mitomanlar çoğu zaman hasta olduklarını kabul etmezler.

 Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Neden Olur?

Mitomani sebebi ayrı bir psikiyatrik rahatsızlık olarak kabul edilmediğinden kesin olarak bilinmemektedir. Ancak diğer psikolojik rahatsızlıkların bulgusu olduğu düşünülmektedir. Bunlar;

Mitomani hastaları üzerinde yapılan gözlemlere göre bazılarında epilepsi veya EEG bozuklukları, kafa travması ve aile içinde psikiyatrik hastaların olduğu gözlenmiştir.

Mitomaninin genetik olup olmadığı oldukça merak edilen bir konudur. Bir çeşit dürtü kontrol bozukluğu olarak bilinen mitomani genetik değildir. Ancak başka bir hastalığın semptomu olarak görülmekteyse asıl psikiyatrik rahatsızlığa bakmak gereklidir.

Mitomaninin kökeninde düşük öz benlik saygısı ve kendine güvensizlik yatar. Bu eksiklikleri olan kişi yalan söyleyerek bu boşluğu doldurmaya çalışır. Mitomanların düzensiz aile yaşamlarının olduğu tespit edilmiştir. Mitomani hastalarında sahte benlik duygusu, gerçek benliği sahte benlikten korumak için idealizm, mükemmellik ve görkem yaratma mekanizmalarını kullanır. Bu sebeple yalana ihtiyaç duyarlar.

Son dönemde yapılan çalışmalara göre, kronik olarak yalan söyleyen kişilerde yalan söyleme davranışını sergilemeye yatkınlık ve davranışı göstermede kolaylık geliştiğini göstermiştir. Bu anlamda sık yalan söyleyen kişilerin mitomaniye yatkınlık oluşturduğu söylenebilir.

 Mitomani Hastasına Nasıl Davranılmalıdır?

Sürekli yalan söyleyen mitomani hastalarına nasıl davranılmalı diye düşünüyorsanız yardımcı olabilecek birkaç öneri şu şekildedir;

  • Mitomanlar yaşadıkları şeyin hastalık olduğunun ya da yalan söylediğinin farkında değillerdir. Bu sebeple eğer siz bunun patolojik yalan olduğunun farkındaysanız kişiyi yalan söylediğinde suçlayıcı bir tavır sergilemekten ve öfkelendirmekten kaçınmalısınız.
  • Mitomanlarlaikili ilişki kurmak gerçekten zorludur. Öncellikle bunu fark edip sabırlı davranmalısınız. Aranızdaki güven ilişkisi oluşması hem hastalığının ilerlememesi için hem de sizin sakinliğinizi koruyabilmeniz için oldukça önemlidir.
  • Mitomani hastalığına sahip biriyle yakın ilişki içindeyseniz kendinizi korumak adına yapabileceğiniz en doğru şey durumu kişisel algılamamak, karşınızdaki kişinin size kasıtlı olarak böyle davranmadığını fark etmektir.
  • Karşınızdaki kişinin yalan söylediğini fark ettiğinizde bunu belirtebilir bu davranışın kendi hayatınızdaki olumsuz deneyiminden bahsedebilirsiniz. Negatif pekiştireç yöntemi ile karşınızdaki kişiyi doğru söylemeye yönlendirebilirsiniz.
  • En önemlisi çevrenizdeki mitomani tedavi konusunda bilgilendirmek ve uygun psikolog izmir ile görüşmesine yardımcı olmaktır.

yalan söyleme hastalığı

Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Tanısı Nasıl Konulur?

Mitomani tanısı konulması oldukça güç bir psikolojik rahatsızlıktır. Kişi sürekli olarak yalan söylediği için ve bunu oldukça inandırıcı yaptığı için psikolog görüşmesinde hastanın öyküsünden şüphe edilebilir. Tanı konulurken öncelik kişinin yalanının patolojik olup olmadığını ayırt etmektir.

Mitomani bazen diğer kişilik bozuklukları ile karıştırılabilir. Ancak kişilik bozukluklarından ayrılan yanı mitomanlar yalandan kazanç elde etmeyi ummazlar. Kişilik bozuklukları genellikle çocukluk çağında, mitomani ise ergenlikte başlar. Mitomanlarda intihar eğilimi gözlenmez. Bir arada(komorbid) olma durumu söz konusu olsa da her mitomana kişilik bozukluğu hastasıdır diyemeyiz.

Tanıda önemli olan bir diğer husus ise, kişinin yakın çevresi ve ailesinden alınan hastalık öyküsüdür. Kişi kendisinin hasta olduğunu kabul etmediği için önemli olan yakın çevresindeki kişilerin ne anlattığı olabilmektedir. Tüm bu değerlendirmelerden alınan verilerle birlikte, ek psikolojik sorunların varlığı açısından hasta psikolog tarafından sorgulanır. Gerekli görüldüğü takdirde ek tetkiklere başvurulabilir. Sonuçta elde edilen bilgiler doğrultusunda mitomani ile varsa diğer hastalıklar teşhis edilerek gerekli tedavi planlanır.

Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Nasıl Tedavi Edilir?

Mitomani tedavisi için en önemli etken kişinin bu durumu kabul etmesidir. Kişi tedavi olmaya etrafındaki insanlar tarafından zorlanırsa terapi süreci boyunca iş birliği yapma olasılığı düşecektir.

Kişilik bozukluğu, duygudurum bozukluğu, depresyon veya anksiyete gibi farklı bir ruhsal rahatsızlık tespit edilirse, buna yönelik antidepresan, sakinleştirici, antipsikotik ilaçlar gibi çeşitli ilaç tedavileri reçete edilir. Bunun yanında mitomanik kişilerin tedavisinde psikoterapi oldukça önemli bir yer tutar. Kesinlikle bu tedavi süresinde kişinin yakın çevresindekilerinde destek alması gerekir, kişi tedavi sürecine kadar farkında olmadan diğer kişileri yıpratmış olabilir. Bu doğrultuda, hasta yakınlarına mitomani ile nasıl mücadele etmeleri gerektiği konusunda bilgilendirme yapılarak, psikolojik destek verilebilir.

Mitomani (Yalan Söyleme Hastalığı) Tedavi Edilmezse Ne Olur?

 Mitomani, yani patolojik yalan söyleme hastalığının nedeni ise gerçek dışı bir değerlendirme ve kurgulama sürecine sahip olmasıdır. Tedavisi oldukça önemli olan bu hastalık, tedavi edilmediği zaman çeşitli psikolojik hastalıklara neden olabilmektedir. Örneğin; mitomani hastalığı tedavi edilmediğinde ileri derecede kişilik bozukluğuna daha da kötüsü şizofreniye dönebilmektedir. Dolayısıyla hastanın tedavi konusunda ikna edilmesi ve en kısa süre içerisinde tedaviye başlaması büyük önem arz etmektedir.

Eğer yukarıda söz edilen mitomani belirtilerine sahip olduğunuzu düşünüyorsanız ya da çevrenizde mitoman olduğundan şüphelendiğiniz biri var ise daha detaylı bilgi almak ve izmir psikolog ile görüşme yapmak için buraya tıklayarak bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Sosyal Fobi Nedir? Sosyal Fobi Belirtileri Nelerdir?

İnsanların sosyalleştikleri bazı durumlarda gergin hissetmeleri normaldir. Örneğin kalabalık önünde bir sunum yapmak endişe verici olabilir. Fakat sosyal fobi olarak da adlandırılan sosyal anksiyete bozukluğunda gündelik hayattaki etkileşimler azalır. Başkaları tarafından incelenmek ya da olumsuz değerlendirilmekten korkmak şeklinde yorumlanabilir. Sosyal fobi nedir sorusunun yanıtı aslında günlük yaşam alışkanlıklarının endişe vermesi ve panik yaratmasıdır diyebiliriz.

Şiddetli olarak hissedilen ilişkileri, günlük rutinleri, okulu, işi ya da diğer sosyal aktivitelere etkiler. Sosyal fobi tedavisi ile yeniden güven kazanabilir ve başkaları ile iletişiminizi yeniden güçlendirebilirsiniz.

sosyal fobi

Sosyal fobi kimlerde görülür?

Sosyal fobi genellikle 13 yaş civarında başlaya bilmektedir. Her yaştan kişi de görülebilir. Özellikle akran zorbalığı, aile çatışması, duygusal ya da cinsel istismar durumlarına maruz kalan kişilerde görülmektedir. Bununla birlikte fiziksel sorunlardan olan serotonin dengesizliği gibi hormon bozukluklarında da sosyal fobi görülebilmektedir. Serotonin hormonu beyinde ruh halini düzenlemeye yardımcı olan hormonlardan biridir.

Sosyal fobi belirtileri nelerdir?

Sosyal fobi belirtileri her kişiye göre değişiklik gösterebilir. En belirgin belirtilerinden biri başkalarının önünde ya da çevresinde bir performans sergilemekten kaçınmadır. Fakat bunun şiddeti önemlidir.

  • Eleştirilebilecek ortamlardan korkma ve kaçınma,
  • Yabancılarla iletişime girme ya da konuşma konusunda yoğun bir panik durumu,
  • Kızarma, terleme ya da titreme gibi belirtiler gösterme,
  • İlgi odağı olabilecek durumlardan kaçınma,
  • Bir etkinlik dolayısıyla yoğun kaygı duyma,
  • Sosyal durumlarda yoğun bir panik ve korku hali gibi belirtilerle kendini göstermektedir.

Çocuklarda sosyal fobi belirtileri arasında ise yetişkinlerle ya da kendi akranlarıyla iletişime girme kaygısı görülmektedir. Bu kaygı sonucunda ağlamak, öfke nöbeti geçirmek ya da sosyal ortamlarda konuşmayı reddetmek gibi durumlar gösterilebilir. Yeni tanıştığı bir arkadaşıyla ilişkisini sürdürememe, sohbeti başlatamama gibi belirtiler olabilir. Kendini yetersiz gibi algılayan bu çocuklar daha sonrasında depresyon geliştirebilir. Bu nedenle sosyal fobi belirtileri görülmeye başladığında önlem almak gerekmektedir.

Bazı sosyal ortamlarda endişe duymak oldukça normaldir. Fakat sosyal fobi durumu varsa başkaları tarafından yargılanma ya da onların önünde küçük düşürülmek korkusu yaşamanız muhtemeldir.

Sosyal kaygı belirtileri sınırlı bir kaygı türü olarak da ortaya çıkabilir. Mesela bu belirtiler sadece insanların önünde konuşma yaparken ortaya çıkabilir. Fakat eğer ileri düzeydeyse tüm sosyal ortamlarda belirti gösterebilirsiniz.

Sosyal fobi neden olur?

Sosyal fobi neden olur sorusunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte genetik faktörler bu durumu etkileyebilir. Bazı riskli ailelerde bu durum ortaya çıkabilir. Ayrıca stres ve çevresel faktörlerin de sosyal fobi için etkili nedenlerden biri olduğu bilinmektedir.

Sosyal fobinin oluşmasında ebeveyn tutumları da büyük bir rol oynamaktadır. Aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi, eleştirel, kıyaslayınca ya da kontrolcü ebeveyn davranışları kişinin kendini yetersiz ve güvensiz hissetmesine sebep olur. Bu da ileriki yaşlarda kişinin sosyal olarak kendini değersiz görmesine ve sosyal kaygı geliştirmesine neden olabilmektedir.

Beyindeki amigdala adı verilen bölge, korku tepkisini kontrol etmede rol oynayabilir. Bu yapının aşırı aktif çalıştığı kişiler, sosyal durumlarda artan kaygıya neden olan yüksek bir korku duyabilmektedir.

Sosyal anksiyete bozukluğu tedavi edilmediğinde kişinin hayatını olumsuz etkiler. İlişkilerden, okuldan ya da işten keyif alamaz hale gelir. Bu gibi ortamlardan kaçınmaya başlar ve evden çıkmama durumuna kadar ilerleyebilir. Eleştiriye karşı aşırı duyarlılık, ilgi odağı olma konusunda sorun ya da sosyal ilişki kurma da zorlanma gibi istenmeyen durumlar meydana gelir.

sosyal fobi

Sosyal fobi tedavi yöntemleri nelerdir?

Sosyal fobi tedavisi konusunda psikolojik destek almak önerilmektedir. Sosyal anksiyete bozukluğu genellikle psikoterapi ile çözülebilen bir sorundur. Psikoterapi yöntemlerinden bilişsel davranışçı terapi sıklıkla kullanılmaktadır. Bu terapi yöntemi daha az endişeli ve korkulu hissetmenize yardımcı olmak için farklı düşünme ve davranma teknikleri sunmaktadır. Ayrıca sosyal becerileri öğrenme ve uygulama konusunda destek olur.

Bilişsel davranışçı terapi yaklaşımıyla stres kaynakları tespit edilir. Ne zaman ve hangi sıklıkta bu problemin yaşamda konusunda farkındalık oluşturulur. Fiziksel belirtilerle başa çıkma konusunda kullanılacak farklı egzersiz ve teknikler gösterilir. Burada amaç kişinin olumsuz inançlarını sağlıklı, işlevsel ve doğru hale getirmektir.

Sosyal fobi nasıl geçer diye merak edenler için diğer bir yöntem ise maruz bırakma terapisidir. Kaygı bozukluğunun altında yatan korkularla aşamalı olarak yüzleşmeye odaklanan bir yöntemdir. Maruz kalma terapisi çoğu zaman meditasyon ya da gevşeme teknikleri ile beraber kullanılabilmektedir. Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişiler genellikle arkadaşlarından ya da ailelerinden destek görebilirler. Kalabalıklara adım adım girmeye çalışarak aslında yargılama ve reddetme hakkındaki düşüncelerinin doğru olmadığını anlarlar.

Hayat tarzı değişiklikleri genel olarak kaygılar üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Varolan genel kaygı düzeyini azaltabilmek sosyal ortamlarda da daha rahat olmaya olanak tanır. Yaşam tarzı değişikliklerinden en fazla önerilen açık havada fiziksel aktivite yapmaktır. Egzersiz hem ruh halini hem de kaygıyı düzenleyen ve iyi hissettiren hormonların salgılanmasına olanak tanıyan bir aktivitedir. Haftanın en az üç günü, 30 dakika fiziksel aktivite yapmayı hedefliyor bilirsiniz. Sınırlarınızı bilerek kaygıyı azaltmanız da mümkündür. Etrafınızdaki kişilere istemediğiniz durumlar için “hayır” deme alıştırması yapmak ve meditasyona zaman ayırma bu yöntemlerden yalnızca birkaçıdır.

Kafeinli içecekler de panik ve kaygı düzeyini arttırabilir. Kahve veya çaydan vazgeçemiyorsanız, her gün tükettiğiniz miktarı azaltmaya çalışın. İnsanlarla konuşma pratiği yapmak da işe yarayacaktır. İşyerinde tanımadığınız birine “merhaba” demek kadar basit adımlarla pratik yapabilirsiniz. Sosyal kaygısı olan bireyler özellikle göz teması kurmaktan kaçınabilirler. Bunun için de kendinizi hazır hissettiğiniz de insanlarla konuşurken göz teması kurmaya çalışabilirsiniz.

Sosyal kaygılarınız ya da ailenizden herhangi birinin sosyal kaygısı günlük yaşamdaki işlerini yapmada sorunlara neden olmaya başlarsa profesyonel bir yardım alma zamanı gelmiş demektir. Bu durumda psikoterapi yöntemleri uygulanmalıdır.

Sosyal fobi yaşayan kişilerin kendi kendine yapacağı farklı teknikler de bu kaygının azaltılmasına yardımcı olabilir.

  • Sağlıklı bir yaşam biçimi belirlemek, düzenli egzersiz yapmak,
  • Fiziksel olarak her zaman aktif olmayı Amaçlamak,
  • Yakın arkadaşlarla ya da aileyle sosyal ortamlara adım adım katılmak,
  • Kafein tüketimini sınırlandırmak,
  • Düzenli uyku rutini belirlemek ve stresle baş etme becerileri geliştirmek gibi yöntemler bu kaygıyı azaltma da yardımcı olmaktadır.

Hayatınızdaki öncelikleri belirleyerek zamanınızı ve enerjinizi dikkatli bir şekilde yönetebilirsiniz. Zevk aldığınız şeyleri zaman ayırdığınızdan emin olarak bu kaygıyı azaltabilirsiniz. Bununla birlikte çoğu fobi de olduğu gibi sosyal fobi dedi kişisel yaşamınızın bir kaydını tutmak adına günlük tutmak işe yarayabilir. Genel olarak ne zaman ve hangi koşulda strese girdiğinizi belirlemenize yardımcı olur.

Sosyal fobi ile ilgili terapi planlamanın faydaları;

  • Kaygının üstesinden gelmenize yardımcı olacak şekilde bir plan oluşturmaya,
  • Korkuları konuşmak ve ifade etmek güvenli bir alana sahip olmaya,
  • Tetikleyicileri belirlemek ve kabul etmek yeni teknikler geliştirmeye,
  • Kaygıyla başa çıkmak için daha sağlıklı alışkanlıkların oluşmasına zemin hazırlar.

Böylece hayatla ve kendinizle ilgili olumsuz düşünceleri değiştirmek ile ilgili yeni teknikler öğrenebilirsiniz, ayrıca terapist endişenizin kökenine inmenize de yardımcı olur.

Sosyal fobi tedavisi ile ilgili daha fazla bilgi için https://www.psikoaktif.com/sosyal-fobi-tedavisi-izmir/ sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

 

 

 

 

 

Ölüm Korkusu (Tanatofobi) Nedir?

ölüm korkusu (tanatofobi)

 

Fobiler, bazı olaylar, nesneler ya da durumlar hakkında yoğun bir endişe ya da panik duygusunun oluşturduğu korkulara verilen isimdir. Ölüm korkusu gibi spesifik bir fobi üzerinde yoğun duygu hissetmek bir tür anksiyete bozukluğudur. Ölüm korkusu, belli bir nesneyle tetiklenen fobiler yerine aklın her an bir köşesinde bulunan bir fobidir.

Ölüm konusunda biraz endişe duymak oldukça doğaldır. Bilinmeyenden korkmak insani bir duygudur. Kimi zaman ölümün korkutucu ya da acı verici olduğunu düşünebilir ve kaygılanabiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken kritik nokta Tanatofobi olarak bilinen ölüm korkusunun günlük hayatı etkilemesidir. Günlük hayatı etkilemesi demek iş, okul ya da sosyal ortamda etkin olmayı zorlaştırmasıdır. Ölüm hakkında konuşulduğunda ya da düşünüldüğünde panik atak gibi fiziksel semptomlar yaşanabilir. Bu durumda konuyla ilgili profesyonellerden destek almak gerekmektedir.

 

Ölüm Korkusu (Tanatofobi) Neden Olur?

Ölüm korkusu neden olur sorusunun yanıtı ise çok çeşitli olabilmektedir. Belirli bir olayın veya deneyimin bu korkuyu tetiklemesi mümkündür. Örneğin, bir kişi aşağıdaki durumlarda ölüm kaygısı oluşturabilir;

  • Ölüm veya ölümle ilgili travmatik bir deneyim yaşadığınızda,
  • Bir ebeveyni veya sevilen birini kaybettiğinizde,
  • Birinin zor veya acılı bir ölüm geçirdiğine tanık olduğunuzda ölüm kaygısı yaşayama başlayabilirsiniz.

Fobilerin tam olarak neden geliştiği her zaman belirlenemeyebilir. Ancak, genellikle çocukluk ve gençlik yıllarında ortaya çıkarlar. Anksiyete bozukluğu, uzun süreli stres, travmatik yaşam olayları veya genetiğin bir sonucu olabilirler.

Bununla birlikte Tanatofobi bazı başka korkuların kökeninde de yaşayabilir;

  • Aerofobi (uçma korkusu)
  • Agorafobi (bilinmeyen bir yerden kaçamama korkusu)
  • Aquafobi (su korkusu)
  • Araknofobi (örümcek korkusu)
  • Klostrofobi (kalabalık, kapalı alanlar korkusu)

Anksiyete ölüm korkusu durumunu da beraberinde getirebilir. Bu tür korkuları yenmek psikolojik destekle aslında oldukça kolaydır. Günlük yaşamı etkilediğini düşündüğünüzde fazla vakit kaybetmeden yardım almak önemlidir.

Kontrolü kaybetme korkusu da ölüm kaygısını güçlendirebilir. İnsanlar genellikle kontrollü olmayı severler. Kontrolü kaybetmekten korkanlar ise aşırı sağlık kontrolü gibi rutinlerle ölüme uzak tutmaya çalışabilirler.

Tanatofobi yani ölüm korkusu olan bazı kişiler aslında ölümün kendisinden korkmazlar. Bunun yerine, genellikle ölme eylemini yansıtan koşullardan korkarlar. Sakat bırakan acıdan, zayıflatıcı hastalıktan gibi koşullardan korkabilirler. Hatta bazı kişiler ölümden sonra ailelerine ne olacağı konusunda daha fazla endişelenirler. Bu kaygılar günlük hayata etkilemediği sürece oldukça insanidir. Fakat bu kaygı ve panik hali altı aydan uzun sürüyorsa, günlük hayattaki işlerden kaçınmanıza neden oluyorsa destek alınmalıdır.

Ölüm Korkusu (Tanatofobi) Kimlerde Görülür?

Ölüm korkusu nasıl yenilir psikoloji biliminin olumlu sonuçlar verdiği alanlardan biridir. Tanatofobi yetişkin ve çocuk olarak her yaşta görülebilmektedir. Genellikle;

  • Sağlık durumu kötü ya da ciddi bir hastalık teşhisi konmuş kişiler,
  • Yaşamlarından memnun olmayanlar,
  • Düşük benlik saygısına sahip olanlar,
  • Depresyon ya da anksiyete gibi sağlık sorunlarına sahip kişiler,
  • Yakın aile üyeleri ya da arkadaş eksikliklerinde,
  • Sağlık hizmeti sektöründe çalışanlar gibi işlerinde genellikle hastalık ve tramvaya tanık olanlarda görülebilmektedir.

ölüm korkusu(tanafobi)

Ölüm Korkusu (Tanatofobi) Belirtileri Nelerdir?

Ölüm kaygısının belirtileri ise oldukça yoğundur. Eğer tanatofobiniz varsa ölüm düşüncesi aklınıza geldiğinizde yoğun bir panik atak, korku ve depresyon duygusu yaşıyor olabilirsiniz. Günlük yaşamda size tehlikeli gibi görünen yerlerden ya da durumlardan kaçabilirsiniz. Bununla birlikte ölüm korkusu beraberinde sürekli olarak hastalık belirtilerini kontrol etmeyi ve sağlığa takıntılı olmayı da getirmektedir.

Ölüm korkusu olan kişiler vücudunda çıkan benleri, kan basıncını ya da tansiyonunu sık sık ölçme eyleminde bulunabilir. Tıbbi bilgileri bulmak konusunda çok fazla zaman harcarlar. Hastalanma konusunda aşırı bir endişeye sahiptirler. Ayrıca ölüm düşüncesi aklına geldiğinde üşüme, baş dönmesi, aşırı terleme, kalp çarpıntısı ya da mide bulantısı gibi fiziksel durumlar tetiklenebilir. Bu korkuyla beraber bütün endişelerini fiziksel olarak da deneyimleyebilirler.

Tanatofobi belirtileri; altı ay ya da daha uzun süre görünen bu semptomlarla anlaşılabilir. Bu belirtiler korkulan nesne ya da durumla karşılaştığınız anda ortaya çıkar. Korktuğunuz bu durumdan kaçmak için günlük işlerinizi erteleyebilirsiniz. Günlük yaşamda işlev görmekte zorlanabilirsiniz.

Çocuklarda ölüm korkusu ise ebeveynler için korkutucu olsa da yaşına göre normal gelişimin sağlıklı bir parçası olabilmektedir. Çocuklar dini inançlardan ve ölüm anlayışından yoksundur. Korkunun fobi olarak nitelendirilip nitelendirilmediği, şiddetine ve devam ettiği sürenin uzunluğuna bağlıdır.

Ölüm Korkusu (Tanatofobi) Nasıl Yenilir?

Ölüm korkusu okulda, işte veya sosyal ortamlarda çalışma yeteneğinizi etkiliyorsa, korku ve endişelerinizi çözmek için psikoterapiden faydalanabilirsiniz. Ölüm korkusunun verdiği olumsuz etkileri azaltmak ve sorunlarla başa çıkmak için çeşitli yöntemler vardır.

Üretken olmak, meşgul olmak. Bir şeyler üretmek ve ileriye yönelik hedefler koymak bu açıdan önemlidir. Bir başka yöntemi ise duruma maruz kalmadır. Maruz kalma yönteminde bunu kabullenme gerekmektedir. Örneğin ölü haberlerini okuma, bu düşüncelerden kaçmama maruz kalmadır. Kişinin kendine bir hedef belirlemesi, hayatın bir anlamı olduğuna inanması ve bu anlam peşinden gitmesi ölüm korkusunu yenebilmektedir. Bilim, inanç, sosyal hayat ya da iş gibi alanlarda üretken olmak ve aktif olmak ölüm korkusunun gitgide zayıflamasına yardımcı olur.

Yaşamın son bulacağına ve her şeyin biteceğine odaklanıp mutsuz olmak yerine odağı başka bir yöne kaydırmak önerileri. Şükran duygusu bu noktada işe yaramaktadır. Yaşamın size sunduklarına odaklanıp bunlara şükran duymak tanatofobiyi azaltan yöntemlerden biridir.

Sosyal destek ve hayatta değiştirilebileceğini küçük şeyler bu noktada yardımcı olabilmektedir. Ölüm korkusunun nedenlerinden biri de hayatta yapmak istediklerini yapamamanın verdiği endişe olabilir. Bu durumda hayatınızda küçük değişiklikler yaparak, basitten başlayarak önceliklerinizi belirlemelisiniz. Adım adım başarmak istediğiniz ya da yapmak istediğiniz şeyleri uyguladığınızda ölüm kaygısı da azalacaktır.

Tanatofobi aslında ölüm korkusu yaşarken yaşamaktan da korkmaktır. Kaybetmekten korkulan hayatı yaşarken pek çok alanda kendinizi kısıtlayabilirsiniz. Benliğinizi ve davranış biçimlerinizi kısıtlayarak savunmaya geçersiniz. Ayrıca bu durum sosyal ilişkileri de zayıflatır ve diğer kişilere karşı agresif bir tutum sergilemenize neden olabilir. Fırsatlar bile çoğu zaman tehdit olarak değerlendirilebilir.

Ölüm Korkusu Tedavi Yöntemleri

Ölüm korkusu tedavi yöntemleri arasında bilişsel davranışçı terapi ya da maruz kalma uygulanabilmektedir. Hayatı yaşarken kendinizi kısıtladığınızı hissediyorsanız ve gerek iş hayatında gerek okul ya da sosyal hayatta yalnız yaşıyorsanız mutlaka bir uzmandan destek almanız gerekmektedir. Ölüm süreci ya da kaygısı ile ilgili günlük yaşamda sıklıkla zorluk yaşama ya da panik atak belirtilerinde bir psikolog randevusu alabilirsiniz.

Bilişsel Davranışçı Terapi (CBT) ölüm kaygısı konusunda ölüm hakkındaki endişelerin veya ölüm sürecinin her zaman acı verici olduğu gibi ölümle ilgili gerçekçi olmayan inançları ele almanızı sağlamaktadır. Bu kaygı başladığında sağlıklı tepkiyi nasıl vereceğinizi yönetmeniz için teknikler sunmaktadır.

Hayattan keyif almak için onu yaşamaya değer kılmak gerekmektedir. Psikolog destekli bir terapi en sağlıklı yaklaşımlardan biridir. Psikolog teşhis koymak için belirtilerin kalıcı olup olmadığını, koşullara göre korkunun ne kadar uygun olduğunu belirlemeye çalışır. Sorularla ilgili semptomları tanır ve tedavi yöntemini belirler.

Kleptomani (Çalma Hastalığı) Nedir?

Kleptomani halk arasında bir şeyler çalma hastalığı olarak bilinmektedir. Kleptomani kelimesi “Gerçekte gerek duyulmayan nesneleri çalma dürtüsü” anlamına gelmektedir. İlk kez 1816 tarihinde literatüre giren bir hastalıktır. 1838 yılında ise şu anki kullanılan adını almıştır. Kleptomani nadir görülen bir ruh sağlığı bozukluğudur. Genellikle kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir.

Kleptomanisi olan kişilerin çaldıkları nesneler genel olarak alındıktan sonra ya atılır ya da başkasına verilir. Çünkü onlar için değersiz şeylerdir. Aslında ihtiyacı olmayan şeyleri çalmaktadırlar. Hırsızlık yaptıktan sonra bu durum onları rahatsız eder, genel olarak depresif ya da suçlu hissederler. Dürtü kontrol bozukluğu kapsamında ele alınan bu sağlık sorunu tedavi edilmelidir. Çünkü hem kendilerine hem de çevrelerine zarar vermektedirler. Kleptomani beraberinde fiziksel şiddeti ya da olumsuz yasal süreçleri getirebilmektedir. Ne kadar erken tedavi edilirse o kadar hızlı sonuç alınır.

Kleptomani(çalma hastalığı) nedir

Kleptomani Belirtileri Nelerdir?

Kleptomani belirtileri arasında ilk olarak ihtiyaç duyulmayan nesneleri çalma dürtüsü vardır. Bu dürtü oldukça güçlüdür ve kişi bunu kontrol etmede yetersizlik hisseder. Dürtüler oluştuğunda gerginlik, endişe ve kaygı hisseder.

Çalarken ise rahatlama hissi oluşur. Hırsızlıktan sonra pişmanlık duyma, tutuklanma korkusu gibi endişeler yerini alır. Fakat dürtülerin geri dönüşü ile kleptomani döngüsü yeniden başlar. Kleptomaninin başlangıç ​​yaşı değişkenlik göstermektedir. Çocukluk, ergenlik veya yetişkinlikte başlayabilir. Nadiren genç yetişkinlikte de başlayabilmektedir.

Hırsızlık planlı değildir ve kleptomanisi olan bir kişi bunu tek başına yapar. Kleptomanisi olan bireyler evli ise bunu eşinden saklayabilmektedir. Bir kişi çalmadan önce gerginlik veya beklenti hisseder, hemen ardından zevk ve rahatlama hissi gelir. Daha sonra ise pişmanlık ve suçluluk duygusu oluşmaktadır.

Kleptomaninin yanında ortaya çıkabilecek başka ruhsal sağlık problemleri de olabilmektedir. Bunlar;

  • Duygudurum bozuklukları
  • Panik atak
  • Ayrılık kaygısı bozukluğu
  • Obsesif kompulsif bozukluk
  • Diğer dürtü kontrol bozuklukları

Bu nedenle belirtiler gözlendiğinde vakit kaybetmeden psikolojik destek almak önemlidir. Dürtü kontrol bozuklukları genellikle erkekleri daha çok etkilese de araştırmalara göre kleptomani kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir.

Kleptomani Nedenleri Nelerdir?

Kleptomani nedenleri kesin olarak bilinmese de pek çok etken bunu etkileyebilir. Bunlardan ilki fiziksel olan nedenlerdendir. Beyinde bulunan maddelerden biri olan serotonin seviyesinin dengesizliğinden kaynaklanabilir. Serotonin bir kişinin mutlu ve enerjik hissetmesine yarayan hormonlardan biridir. Bunun eksik olması bireyin daha agresif ve mutsuz olmasına yol açmaktadır. Dürtü kontrol bozukluğu olan kişilerde genellikle bu seviyenin normalden daha düşük olduğu gözlenmiştir.

Çevresel ve fiziksel faktörler çalma hastalığı olarak bilinen kleptomaniyi etkileyebilmektedir. Bazı yaklaşımlara göre kişilerin bir tür erken kayıp ya da ihmali sembolik olarak telafi etmek için objeleri elde etme dürtüsü geliştirdiklerini göstermektedir.

Bazı insanlar ekonomik zorluklardan dolayı hırsızlık yaparlar. Bazıları ise hayatlarındaki duygusal veya fiziksel bir boşluğu doldurmak için çalmaktadırlar. Kleptomanisi olan bireyler genellikle çalmanın telaşından zevk alırlar.

Hırsızlığa kıskançlık, düşük öz saygı ya da akran baskısı neden olabilir. Dışlanmış veya sevilmediğini hissetmek gibi sosyal sorunlar da hırsızlığa neden olabilir. İnsanlar bağımsızlıklarını kanıtlamak, ailelerine veya arkadaşlarına karşı gelmek amacıyla çalma eyleminde bulunabilirler. Çalma hastalığı olan kişiler başkalarına veya kendilerine saygı duymadıkları için hırsızlık yapabilirler. Ailede kleptomani veya bağımlılık öyküsü varsa risk artmaktadır.

Çocuklarda kleptomani akranlarını etkilemek için yapılan bir eylem olarak başlayabilir. Bunu bir cesaret ya da zekâ göstergesi olarak görebilirler. Bazen dikkat çekmek için de yapabilirler. Bu çocuklara yanlış olduğunu anlatmak işe yarayabilir. Kleptomani ne kadar erken teşhis ve tedavi edilirse o kadar hızlı sonuç verir. Müdahale edilmeyen kleptomanide çocuk büyüdüğünde çalma hastalığı da kalıcı bir hale gelebilir. Davranışsal ve duygusal sorunlara yol açabileceği için fark edildiği anda harekete geçmek önemlidir. Çalmanın nedeni duygusal veya zihinsel sağlık sorunlarıysa, bir çocuk bir terapisi ile destek olmak gerekmektedir.

Hırsızlık tekrarlanıyorsa veya herhangi bir pişmanlık, suçluluk duygusu hissedilmiyorsa bu başka sorunların işareti olabilir. Bunlar aile sorunları veya zihinsel sağlık sorunları olabilmektedir.

Çalma eylemi, kleptomanili bireyin yaşadığı stresi ve gerilimi azalttığı için, davranış aynı zamanda stresten kurtulma ile de ilişkilendirilir. Zamanla birey, stresle baş etme ve stresten kurtulma aracı olarak çalmaya başlayabilir. Stres, dürtü kontrolünün kaybına katkıda bulunur ve doğrudan kleptomaniye neden olmasa bile durumu daha da kötüleştirebilir.

Genetik de çalma hastalığı konusunda bir rol oynayabilir. Birinin ailesinde kleptomani olan bir kişi varsa, aynı bozukluğu geliştirme ihtimali çok daha yüksektir. Kleptomanisi olan kişiler hırsızlıkla ilgili suçluluk, utanç veya stres hissetmektedirler. Birçoğu, eşyaları iade ederek, onları hayır kurumlarına bağışlayarak ya da geri dönüp eşyalar için ödeme yaptıktan sonra bunu telafi etmeye çalışmaktadır.

 

kleptomani (çalma hastalığı) nedir

Kleptomani Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Kleptomanisi olan kişiler, çalmanın yanlış olduğunu ve yapmamaları gerektiğini bilirler. Fakat bunu bilmelerine rağmen budur diye engel olamazlar. Tutuklanma ya da hapis cezası gibi hırsızlık suçlarından çekinseler bile çalma dürtüsü geldiğinde engelleyemezler.

Kleptomaninin tek başına tedavi edilmesi son derece zordur, bu nedenle bunu yaşayan kişinin mutlaka profesyonel yardım alması gerekmektedir. Kleptomani teşhisi psikolog tarafından konulabilmektedir. Genel olarak yeme bozuklukları, madde kullanımı ya da anksiyete bozuklukları gibi diğer psikolojik sorunlarla ortaya çıktığı için bu belirtilerle doktora gidildiğinde anlaşılabilmektedir. Kleptomani belirtileri kişinin tutuklanmasına yol açtıysa da teşhis edilebilmektedir.

Kleptomani teşhisi için hastaya dürtüler hakkında ve dürtülerin nasıl hissettirdiğine yönelik sorular sorulmaktadır. Belirli durumların listesini gözden geçirerek hangi zamanlarda dürtülerin tetikleyip tetiklemediği bulunmaya çalışılır. Kleptomanisi olan kişilere rencide edici ya da suçlayıcı tavırla yaklaşmak olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bunun yerine tedavi için teşvik edilmelidir. Bu hastalık bir dürtü bozukluğudur bu nedenle kleptomanisi olan kişi bunu engelleyemez.

Kleptomani tedavisi ilaçlarla ya da psikoterapi yöntemi ile yapılmaktadır. İlaçlar psikoterapi ile beraber de kullanılabilmektedir. Çalma hastalığı için FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Bakanlığı, Food and Drug Administration) onaylı bir ilaç bulunmamaktadır. Antidepresan ilaçlar kullanılabilmektedir.

Psikoterapi yöntemlerinden özellikle bilişsel davranışçı terapi olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Kleptomaninin semptomlarını yönetmede etkinliği vardır. Dürtü kontrol bozuklukları durumunda ilk tedavi yöntemi genellikle psikoterapi olmaktadır. Çünkü psikoterapi yöntemi hastanın dürtülerini tanımayı öğrenmesine ve dürtülere gidermek için daha uygun yollar bulmasına yardımcı olmaktadır.

Psikoterapi ile;

  • Dürtüleri kontrol etmek,
  • Sağlıklı başa çıkma mekanizmaları oluşturmak,
  • Tetikleyen durum ve kişileri tanıma, önleme
  • Stresle başa çıkma
  • Altta yatan psikolojik sorunları bulma gibi çözüme yönelik çalışmalar yapılmaktadır.

Kleptomani, bireyin işleyişi ve yaşamı üzerinde büyük etkisi olabilen ciddi bir psikiyatrik durumdur. Çalma hastalığı nedir dediğimizde bu sadece önemli bir ruhsal sıkıntıya yol açmakla kalmaz, aynı zamanda hırsızlık yaparken yakalanan insanlar için ciddi yasal olumsuzluklar doğurabilir. Bu nedenle erken müdahale ve etkili tedavi oldukça önemlidir. Siz ya da tanıdığınız biri kleptomani belirtileri gösteriyorsa, mümkün olan en kısa sürede profesyonel tıbbi yardım almak önemlidir. Kleptomaninin diğer akıl ve ruh sağlığı bozukluklarıyla ve intihar riskiyle bağlantıları bulunabilmektedir.